Hasta adamı reçetesi
ABD ve Ukrayna Cidde'de masaya oturdu, Kiev 30 günlük ateşkese ikna edildi.
Trump'ın temsilcisi jet hızıyla Moskova'ya gitti, Putin'le görüştü.
Putin 30 günlük ateşkes önerisine hem "evet" hem "hayır" dedi.
Aslında "evet" diyerek "hayır" dedi.
Prensipte desteklediğini söyledi ama bazı şartları var.
"Ateşkes sadece nefes almak için araç olmamalı. Sorunu köklerinden çözmeli" diyor.
Yani özetle diyor ki "Ukrayna'nın NATO üyesi olmayacağını yazılı olarak garanti edin, işgal ettiğim topraklarında bende kalacağını garanti edin, Ukrayna'da Avrupa ya da NATO'dan güç olmayacağını garanti edin, ateşkes yapalım."
Bu taleplerin karşılanması aslında ateşkes değil, savaşın tamamen sona ermesi ve yeni düzenin kurulmuş olması demek.
Yakında Putin ve Trump arasında bir telefon görüşmesi bekleniyor.
O görüşme sürecin seyrini belli edecek.
Gelelim Avrupa'ya...
Bu süreçte kenara itilen eski kıta durumdan hayli rahatsız.
Çünkü ABD'nin kendileri üzerindeki güvenlik şemsiyesini kapatma riski de var ve bunu iliklerine kadar hissediyorlar.
Rusya ile kendi başlarına burun buruna kalmaları, onlar için tam bir kâbus senaryosu.
Rusya'nın Ukrayna ile yetinmeyeceğini düşünüyorlar.
İşte o nedenle, "Ukrayna savaşı bitecekse bu ülkeye öyle güvenlik garantileri temin edilmeli ki Rusya daha ileri geçemesin" görüşündeler.
Trump ve Putin doğrudan görüşerek sürece yön verirken bunu nasıl yapacaklar, merak konusu.
Bir de kendi başlarına bir güvenlik mimarisi inşa etme ihtiyaçları var ki hiç kolay bir iş değil.
En basiti, Avrupa'nın ABD güvenlik şemsiyesi altındayken savunmaya harcamadığı parayı sosyal devlete ve kalkınmaya harcayarak edindikleri refahtan büyük ödünler vermeleri gerekecek.
Ama bu da meseleyi tek başına çözemiyor.
Çünkü oluşturulacak ABD'siz güvenlik mimarisi sadece parayla çözülebilecek bir mesele değil.
Zaman, beyin ve üretim kapasitesi gerekli.
Hal böyle olunca ister istemez çevreye bakmak zorunda kaldılar.
Türkiye de yerli savunma sanayisini hızla geliştirip sahada önemli başarılar elde etmesiyle hiç olmadığı kadar kıymete bindi.
Günümüzde AB'nin Türkiye'ye, Türkiye'nin ona olduğundan çok daha fazla ihtiyacı var.
Bu AB ülkelerinde siyasette de medyada da sık sık dile getiriliyor.
Tam da bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir sonraki AB liderler zirvesine davet edildi.
Avrupa'dan Ankara'ya sık sık yapılan ziyaretler de boşuna ya da tesadüfi değil.
Son ziyaretçilerden biri, AB Dönem Başkanı Polonya'nın Başbakanı Donald Tusk oldu.
Topallıyordu.
Takım elbisesinde pantolonunun üzerinde bacağına dışarıdan takılı destek vardı.
Şubat ayının sonlarında torunlarına kayak yapmayı öğretirken kaza geçirmiş, bacağını kırmıştı.
Mesele elbette bir spor kazası ama Avrupa'nın içine düştüğü siyasi ve askeri durumu düşününce hayli ironik bir tablo ortaya çıktı.
AB'nin dönemsel patronu Ankara'ya geldi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın koluna girip yardım etmesiyle basamakları çıktı.
Hatırlarsınız ortaokulda, lisede öğretilirdi.
Belki de hala öğretiliyordur.
O manzara bana Avrupa'nın son dönemlerinde Osmanlı Devleti'ni "hasta adam" diye nitelemesini hatırlattı.
Avrupa hasta adama dönüşmüş, bir zamanlar "hasta adam" dediği Osmanlı'nın torunlarında derdine derman arıyor.
Türkiye NATO'nun temel taşı.
En güçlü ordularından biri.
Örneğin ABD'den sonra NATO'daki en büyük F-16 filosu Türkiye'de.
Artan nüfusu, gelişen ekonomisi, hızla ilerleyen savunma sanayi ve giderek artan jeopolitik önemiyle Avrupa için şu durumda başvurulabilecek bir numaralı alternatif.
Dahası geleneksel olarak doğu ve batı arasındaki köprü konumunu çok başarılı kullanabiliyor.
Batı ile de Rusya ile de Ukrayna ile de konuşabiliyor.
İki tarafa yönelik haksızlıklara da karşı çıkabiliyor.
Avrupa ve Ortadoğu'nun kesişim noktasında iki tarafa da güvenlik sağlıyor.
Türkiye boğazlarla, boru hatlarıyla deniz ticareti ve enerji sevkiyatı için önemli rotaları kontrol ediyor.
Dahası Karadeniz üzerindeki güç dengeleri için de hayati önemde.
Karadeniz'in en büyük kıyıdaşı olarak bu yönüyle de Avrupa için önemli.
Çünkü denizin diğer tarafı Rusya.
Donald Tusk işte böyle bir Türkiye'ye geldi.
Ukrayna savaşını sona erdirmede öncü rol üstlenmesini istedi.
Erdoğan ise Donald Tusk'un nezdinde "hasta Avrupa"ya reçetesini yazdı.
O basın toplantısında net konuştu.
"Avrupa Birliği güç ve irtifa kaybının önüne geçmek, hatta tersine çevirmek istiyorsa bunu ancak Türkiye'nin tam üyeliğiyle başarabilir." dedi.
Yani çözüm belli.
Aslında Avrupa da bunun fazlasıyla farkında.
Sorunsa bu yönde harekete geçip geçmeyeceği.
Avrupa Birliği geride bıraktığımız onlarca yıl boyunca siyasi kararlar alarak Türkiye'yi dışarıda bıraktı.
İleri sürdükleri kriterler, özellikle terörle mücadele konusunda Türkiye'nin "evet" diyemeyeceği şartlardı.
Buna karşılık Romanya ve Bulgaristan gibi ülkeler, hatta Güney Kıbrıs Rum Yönetimi birliğe davet edildi.
Oysa o kriterleri karşılama konusunda Türkiye'den çok gerideydiler.
Kararların siyasi olduğunu işte tam da buradan anlıyoruz.
Şimdi de siyasi bir karar vererek Türkiye'ye kapıları açacaklar mı yoksa sadece Rusya'ya karşı öne sürme arayışında kaybetmeye devam mı edecekler, zaman gösterecek.
Net olan bir şey var ki Türkiye arkasına aldığı rüzgârla, kendi imkânlarıyla yükselmeye devam edecek.
Sadece ekonomik, siyasi ve askeri gücüyle değil...
Küresel krizlerin oluşturduğu fırsatları değerlendirip doğru pozisyonda yer aldığı ve almaya devam edeceği için de yükselecek.
Yazarın diğer yazıları

Coppa Italia | Milan-Inter maçı saat kaçta, hangi kanalda? Milan-Inter maçı canlı izle!

İmamoğlu İnşaat'ın Beylikdüzü'ndeki villa projelerindeki usulsüzlükler, inceleme raporlarına girdi

Beylikdüzü'nde "ruhsat bedeli için 6 milyon TL istendiği" iddiası şüpheli ifadesinde

Kocaelispor, Süper Lig'e dönüş yolunda avantaj yakaladı!
