Kalabalıklar içinde insan
Dünya nüfusu için yeni düzen planları yapılırken son dönemlerde sıkça okuduğumuz, üzerine konuşulması gereken ve bizi de fazlasıyla ilgilendiren bir haber görüyorum: "yalnız ölüm."
Birleşmiş Milletler'e göre dünyanın en yaşlı nüfusu olan Japonya'da bu yıl yaklaşık 40 bin kişi evlerinde yalnız başına ölü bulunmuş. Üstelik resmi verilere göre bu sayının yaklaşık yüzde 10'u öldükten bir ay sonra, belki de daha fazla zaman sonra bulunmuş. Yine resmi rakamla 130 kişi ise ölümlerinden bir yıl geçtikten sonra bulunabilmiş.
Kodokushi olarak bilinen bu trajedi, yüzde 80'i 65 yaş ve üzeri bireyler arasında gerçekleşiyor. Yalnız bir şekilde, bakımsız olarak tek başlarına öldükten uzun bir süre sonra bulunan bu ölümler, "Dünya nereye gidiyor?" diye sorgulatıyor insana. Toplumdan soyutlanmanın bir sonucu olarak görülen bu ölümlerin giderek artmasından endişe ediliyor. Toplumsal bağların zayıfladığı ve yaşlı bireylerin giderek daha fazla izole olduğu bir toplum içerisinde bu tarz şeylerin olması zaten kaçınılmaz. Bizlerin hızla geçen hayat içerisinde aile bağlarının, yaşlıların özellikle hayatımızın bir parçası olması açısından ne denli önemli olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Hatta babaanne, anneanne, dede ile büyüyen çocukların psikolojileri üzerindeki olumlu etkileri düşündüğümde, "İyi ki bu toplumun bir parçasıyım," diyorum. Bu tür haberleri okudukça birbirimize daha sıkı sarılmalıyız.
Çuvaldızı kendimize batırma zamanı...
Dürüst konuşmak gerekirse, teknolojinin bu denli hızla gelişmesi ile aile bağlarımızda biraz da olsa kopmalar olduğunu düşündürüyor. Belki Japonya'daki gibi değil, evet ama tehlike ne boyutta olursa olsun bireysel ve sonra toplumsal yaptırımlarımızın olması gerektiğine inanıyorum. O sebepten veya bu sebepten çocuk sahibi olmak bu zaman için zor gibi gelse de genç nüfus oranının dengede tutulması gerektiğini hepimiz biliyoruz. Bu konu çok çerçeveli bir konu. Aile olmak Türk toplumu için önemli ve iyi ki de önemli. Bizler yeni nesillere avuçlarına sığdırdıkları dünyalarının dışında gerçeklik içinde bir dünyanın varlığını sıklıkla hatırlatmalıyız.
Düşünüyorum da, yalnız ölmek kim ister ki? Düşünün ki, bizler için cenazenin kalabalığı bile ne denli önemli. Sahipsiz bir mezar, kimsesiz, hele bir de aylarca bulunamayan bir ölüm. Allah, ölümünde hayırlısını versin be kardeşim. Kendime bir yol haritası çizdim; çocuğuma ve ulaşabildiğim tüm çocuklara aile olmak, akraba, arkadaş, komşu gibi hayatın ve toplumun önemli bağlarının önemini elimden geldikçe anlatacağım. İnsana insan lazım, üstadım. Sohbet lazım, hal hatır sormak lazım. Son yıllarda selam vermekten üşenen bir toplum haline geldik; oysa kimse yokken bile evlerimize selam vererek giren bir toplumduk.
Güler yüzlü olmak, hoşgörülü olmak, duyarlı olmak bunlar önemli şeyler. Komşumuzun kim olduğunu, sıkıntısının ne olduğunu bilmek, gerektiğinde bir kap yemek götürmek bunlar insana dair şeylerdir. Kimsesizlerin kimsesi olmak güzeldir. Yaşlıların hayır duasını almak, güçlü kaleler inşa etmek gibidir. Koruyucu kalkan gibidir. Kendimiz için ileride kimsesiz olmamak adına söylüyorum.
Resmen insanların dengesiyle oynuyorlar. Onu bunu bilmem, yalnızlığın ömrü iki üç gün, gerisi sıkıntı. Kal birkaç gün, tamam eyvallah. Ama o ne öyle ya, hayatında seveceğin, tartıştığın, üzülüp sevineceğin birilerinin olması şart. Beni sinir eden, üzen, kızdıran insanlara bile "iyi ki varlar" diyorum. Çünkü hayatın ta kendisi onlar.
Cam önünde gözünüz kapıda ölümü beklemek istemiyorsanız, bu bireysellikten uzaklaşın. "Ben bana yeterim" gibi saçmalıklara da inanmayın, inandırmayı