ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


GEÇMİŞE ÖZLEMLE

Soğuk bir 87 yılıydı, Erzurum'da sıcacık bir yuvaya açmıştım gözlerimi. Anlatılanlardan o günün soğukluğunu bugün yaşarmışçasına üşüyorum. Evde doğurmuş annem beni öyle hemşire falanda yok, babaannem sağ olsun:) bir güzel de ismimi koymuş eee hakkı sonuç ta:) Hatırlamadığım beni, etraftan dinlemek heyecan verici. Bebekliğinizi, belli yaşa kadar hatırlamakta güçlük çektiğiniz çocukluğunuzu başkalarından dinlemek sizce de masal gibi gelmiyor mu? Söylenenlere göre biraz hareketli, benim yorumumla cesaretli bir kız çocuğuymuşum. Orta halli bir ailenin ortanca çocuğuydum. Kalabalık akrabalar, dede, babaanne, yenge, amca ve kuzenler ile geçen çocukluk dönemimden neden bahsettiğimi anlamlandıramadınız haklı olarak. Hayal meyal hatırladığım, zaman zaman toplandığımızda anı olarak dinlediğim geçmişimin bugüne yansımasını, bugün ki beni, bizi, yeni nesil birliktelikleri kendimce yorumlaya ve gözlemlerimi paylaşmaya çalışacağım. Tüketime bu denli kendimizi kaptırmış olduğumuz bugünün dünyasından o gün ki bez bebekle, tahta kaşıkla mutlu olduğumuz anlara bir bakıp çıkalım istiyorum. Çok uzak değil bundan otuz yedi yıl öncesine gideceğiz. Sobalı evler, sedir yataklar, eski ipliklerden ördürülmüş kilimler, soba üstündeki güğümler, banyo yapmak için su kaynatılan kazanlar, sabun kokusu, hamam tası ve daha fazlası... Kapatın gözlerinizi şöyle bir durun ve banyo kazanı kokusunu hayal edin... Sabaha kadar başucumda bekleyen yeni bayram kıyafetlerim ayakkabım ve asla gelmeyen uykum. Hepsi dün gibi yakın şuan kadar gerçek. Bayramlarda harçlıklarımla evin köşesindeki dondurmacı amcadan aldığım limonlu dondurmanın tadını hiç ama hiç unutmadım. Sobanın yanında kocaman bir mindere uzandığım o an ve sobanın üstünde kaynayan güğümün sobaya düşen su sesi ve kaynamaya hazır olduğundaki ses, notasını ezberlediğim bir müzik eseri gibi hala kulaklarımda. Yıllara rağmen unutmadığım, hiç değişmeyen o anlar ve izleri...

Neden geçmişe bu denli bağlı olduğumuzu hep düşünmüşümdür. İnsan hangi tecrübeleri yaşamış olursa olsun iyi ya da kötü, geçmişin mutlaka izlerini daha derinden anımsıyor. Bir keresinde ''eskiden yokluk bile güzel'' cümlesini duymuştum. İnsanlar geçmişin yokluğunu bile özlerken, bugünün varlığı içinde mutluluğunu neden yaşayamıyor sizce? Ben sobalı evi neden özlüyorum? Neden artık sabahlara kadar bayram uykusuzluğu heyecanı yaşayamıyorum?

Varlık içinde yokluk!

Kalabalık bir aile, payına düşen küçük pasta dilimi, yer yatağında uyku, ablanın küçülmüş kıyafetleri... Bugünün dünyasında henüz dünyaya gelmemiş bebeklerin özenle hazırlanmış odası, sedirlerin altına kıyafetlerin konulduğunu tek bir sepetli günlerden, çeşit çeşit kıyafetlerin konulduğu gardırobun hikayesine giden bir yolculuk bu.

Her şeyimiz var peki eksik olan ne? Aynı sobanın etrafında toplanmamış olmak mı? İnsan her zaman elindekinin kıymetini biraz geç algılıyor. Aile olmak, arkadaşlık, komşuluk bu kavramlar büyük dünyalarımızda yok artık. Etrafımıza bakıyoruz ama görmüyoruz. Konuşuyoruz ama duymuyoruz. An'larımız bulanık. Fedakarlık, paylaşmak, bunlar artık zayıflık hatta enayilik olarak değerlendiriliyor. Aile olmak kavramı yalnız kaldı. İnsanlar yalnız kalmayı mutluluk olarak tanımlamaya başladı. Giderek yalnızlaştırıldık. Kocaman evler içinde küçücük kaldık. Lüks odalarda doğumlar yapıp öptürmediğimiz çocuklarımız oldu. Şöminelerimizin önünde elimizde bardaklar sadece fotoğraflarımız var. Masalları artık telefonlar okuyor çocuklarımıza... Etiketleri üstünde büyüdüğü için giydiremediğimiz unuttuğumuz kıyafetler var çocuklarımızın dolaplarında. Fakat anlatacakları anımsayacakları bir top limonlu dondurma tadı yok damaklarında, hatıralarında.

Üretirken tükettik. Büyüdükçe küçüldük. Çoğaldıkça azaldık. Tam olarak varlık içinde yoklukla sınandık. An'lar biriktirebileceğimiz bir anı defterimiz yok mesela. Uykusuz kalabileceğimiz bayram sabahlarımız yok. Her şeyden önemlisi nasılsın? Sorusu artık hayatımızda yok.

Bir küçük ''an'' meselesi...

Elektrik giderdi sobanın deliğinden yansıyan ışıkla, güçlü yanan ateşin sesi eşliğinde annem hepimize bilmeceler sorardı, uydurduğu köy hatıraları ile aslında bizlere hayata dair öğretmek istediklerini anlatırdı. Bizde yattığımız yerden cevap verip hayal kurup sorular sorardık ve çoğu zamanda öylece uykuya dalardık. Şimdi elimizde küçük ekrandan yansıyan renkli ışıklı hayatların içinde uyku sorunları ile baş başayız. Yokluk içinde varlık elimizdeki en güçlü mutluluk kaynağımızdı. Geçmişte varlık, yokluk kavramı daha anlamlıydı bence. Farklı hayatlar, zorlu veya kolay yaşamlar olmasına rağmen ortak tek bir gerçeklik vardı ki oda her iki tarafta gerçek mutlulukla tanışmışlardı. Ben bir kız çocuğu annesi olarak hatıralarıma yazdığım anlarımın aktarımını kızıma elimden geldiği kadarı ile aktarmaya çalışıyorum. Ona dünyanın büyük ama mutlulukların küçük anlarda saklandığını anlatmaya çalışıyorum. Düş satmıyorum. Gerçek olan anları yaşaması için elimden geleni yapıyorum. Umarım varlık içinde yokluk çekmenin ne denli yalnızlaştırdığını ve bununda insanı asla mutlu edemeyeceğini anlar, biraz olsun sobanın etrafındaymışcasına ısıta bilirim bugünlerini...Ve dilerim dünde kalan küçük anların büyük mutlulukları ile bugünün büyük dünyasındaki küçük anların büyük yanlızlıkları içinde kendimizi bulup hayatın gerçek anlamını anlayıp yalnızlaştırılmadan kalabalıklarla yaşabiliriz.


Yazarın diğer yazıları