“İsrail istisnacılığı” ve zulmün sıradanlaşması
İsrail'in Gazze Şeridi'ne saldırıları, yaptığı katliamlar o kadar pervasızca ki kasten binlerce sivilin yok edildiği insanlık suçlarını "Savaşın trajedisi" diye geçiştirip aynı hızla katliamlara devam edebiliyorlar.
Bölgede saatte 5 çocuk katlediliyor ve dünya, bu sıradanmış gibi sessiz. Herkes "Saldırılar dursun" dese de sivil katliamlarının kanıksanmış olduğunu görmek acı verici.
Özellikle batılı ülkelerde sokaklarda protestoların dozu artıyor. Sivil toplum kuruluşları ya da bireysel düzeyde siyasette tepkiler yükseliyor fakat bu tepkiler batılı hükümetler nezdinde tavır değişikliği sağlamaktan uzak.
Sebebine gelince...
"Amerikan istisnacılığı" diye bir tabir vardır. ABD'nin önce kıtasal, sonra küresel hegemonya kurmasında önemli yer tutar. Zamanla "Amerikan muafiyeti"ne dönüşen bu olgu, aslında ABD'nin dünyanın dört bir yanında işlediği suçların yaptırımlarına maruz kalmamasının temeli...
Günümüzde Gazze Şeridi'ndeki katliamlarda ise bir "İsrail istisnacılığı" görüyoruz.
Bunun yanında ne acı ki zulmün sıradanlaşmasına şahit oluyoruz.
Tabii ki bunun da arkasında kendisini dokunulmaz gören ABD'nin, İsrail'e verdiği yoğun destek var.
Lakin tek sebep bu değil...
Batı dünyası, elleri kanlı bir tarihe sahip. Örneğin, İspanya'dan 1492'deki Yahudi sürgünü ya da daha yakın tarihten, Naziler eliyle yaşanan Holokost...
Avrupa'nın bir türlü üzerinden atamadığı o suçluluk hissi, günümüzde İsrail'e karşı da ellerini kollarını bağlıyor.
Kendilerini İsrail'e destek verme zorunluluğunda hisseden ülkeler var. Bunun en önde geleni de Almanya.
Ama durum o kadar trajik bir hal alıyor ki, geçmişte yapılan Yahudi soykırımı için günah çıkarmaya çalışan Almanya, Gazze Şeridi'nde bambaşka bir katliamı, insanlık suçunu gözü kapalı destekliyor. Geçmişteki günahlarından, bir başka katliama destek vererek arınamayacaklarının farkına varmaları mümkün olur mu, umarım olur...
Tabii bu meselenin bir boyutu.
İkinci boyutu, Avrupa ve ABD'de finansal odakların Yahudi lobilerinin elinde olması. Bu ABD ve Batı siyasetine çok büyük etki gücü demek.
Bir de Arap rejimleri var ki birçoğu ayakta kalabilmek için ABD ve Batı'ya dayanma zorunluluğu hissediyor. Bu bağımlılık da onları ikincil tavırlar almaya zorluyor.
Tüm bunların bir araya gelmesiyse, İsrail'in uluslararası sistem içinde istisnai bir konum elde etmesini sağladı. Yapılan zulmün sıradanlaşmasını da beraberinde getirdi.
Sıradan kanıksanır, daha az tepki alır. Hatta zamanla önemsenmez. Bu sefer böyle olmasın.
Batılı sözde demokrasilerin oradaki sivil katliamlarını sürekli göz ardı etmesi, ısrarlı şekilde işgalci İsrail'i pervasızlaştırıyor.
İsrail "kendimi savunuyorum" diyerek işgali genişletiyor. İşgal başlı başına saldırganlıktır. Bir işgal gücü, işgal ettiği topraklarda nasıl "Kendimi savunuyorum" diyebilir?
Ve kendini "hümanist" gören Batı nasıl olur da buna ses çıkarmaz?
İlk günlerde İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ne diyordu?
Filistinlileri "insansız hayvanlar" diye niteliyordu.
Aslında bu ifade bile, köklerini batılı ülkelerden alan bir yöntemin günümüze yansıması.
Farklı bir coğrafyaya ve geçmişe gidelim.
1899'daki Filipin-Amerikan Savaşı'na...
Modern İngiliz edebiyatının önemli simalarından Rupyard Kipling, ABD askerlerine Filipinler'i işgali için övgü niteliğinde bir şiir yazmıştı.
Adı "The White Man's Burden"
Yani "Beyaz Adamın Yükü"
Şiirin bir dizesi ABD askerlerinin savaştığı Filipinliler için şöyle diyor.
"Yarı şeytan, yarı çocuk"
Yani "Onlar insan değildi" diyor. İsrailli bakanın sözlerinden tanıdık geldi mi?
Filipin savaşında onları insan şeklinde tanımlamış olsalardı, kolonileştirmenin ve sömürgeciliğin en önemli meşruiyet kaynaklarından biri olan din devreye girecekti.
Hristiyanlığın hümanizması onlara "Sen de karşındaki de insan. Onu nasıl katledebilirsin?" diyecekti.
İşte katliamlar karşısında bu vicdan yükünden kurtulmanın en kolay yolu, karşındakini insan görmemek.
Ve iliklerine işlemiş nefretle İsrail bu yöntemi sonuna kadar kullanıyor.
Hatta daha da ileri gidiyorlar.
Siyonizmin gösterdiği yollardan, dini referanslar da çıkarıyorlar.
İşte bu nedenle Netanyahu çıkıp da "ışığın çocukları, karanlığın çocuklarına karşı" diyor. Karanlığın çocuklarından kastı, onlarca yıldır zulme ve katliamlara maruz akalan Filistinliler...
İşin kolayını da bulmuşlar. Yanlarına aldıkları Siyonist hahamlar da çıkıp, gözlerini kan bürümüş şekilde Netanyahu'ya hastane bombalamasının caiz olduğu yönünde fetva veriyor.
Irk, renk, cinsiyet, kültür fark etmiyor.
İşgal devletinin yaptığı katliamlara kurumsallaşmış batılı demokrasilerden gelen sessizlik, onları kendi değerleriyle de çelişir hale getiriyor. Dahası bu ne ilk, ne de son...
İşgal devletinin mütemadiyen algılarla oynayarak yaptığı katliamları, çok yüksek bir sesle soykırım olarak nitelemenin zamanı geldi de geçiyor.
Bu yapılmalı ki, gerçeklerle yüzleşilebilsin.
Nasıl Nazi Almanyası'nda Yahudi soykırımının sorumluları adaletle yüzleştiyse, Bosna'da Srebrenitsa soykırımının sorumluları hesap verdiyse, Gazze'de bugün soykırıma varan insanlık suçlarını pervasızca işleyenler de tarih ve adalet önünde hesap verebilsin.