ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Küresel Kriz Çağı ve Siyasi Dönüşümler

21. yüzyılın ikinci çeyreğine yaklaşırken, dünya eş zamanlı, çok katmanlı ve birbiriyle bağlantılı krizlerle sarsılıyor; ekonomik daralmalar, siyasal kutuplaşma, çevresel felaketler, göç dalgaları, yapay zekâ devrimi, savaşlar ve küresel liderlik krizleri... Bu heyula sadece uluslararası politik yapıları değil, toplumları da etkiliyor. Öyle ki, toplumların psikolojisi, sosyal sözleşmeler ve kolektif gelecek tahayyülleri temelden dönüşüyor. Bu yeni dönem, kimi uzmanlara göre "post-liberal kaos", bazılarına göre ise "çok kutupluluğun doğum sancısı". Ancak tüm analizlerin ortaklaştığı temel bir gerçek var; dünya, lineer bir evrimden çok, sarsıcı bir dönüşüm döneminin içinden geçiyor. Ancak şunu da not edelim, krizlerin anatomisini mercek altına aldığımızda, çöküşle beraber bir yeniden yapılanma da görüyoruz.

Hatırlarsanız, geçtiğimiz yazılarda, krizlerin yeni doğasını dikey ve yatay yayılma kavramları ile ifade etmiştik. Şöyle devam edelim: Geleneksel krizler (örneğin 1929 Büyük Buhranı) ekonomik merkezliydi. Bugünse bir finansal krizin etkisi anında sosyal medya üzerinden siyasal krize, oradan toplumsal ayaklanmalara ve nihayetinde küresel güvenlik risklerine evrilebiliyor. Bu durumu Zygmunt Bauman, "akışkan krizler çağı" olarak tanımlıyor. Öte yandan, yaşadığımız çağın Jeopolitik gerilimleri, yani güç boşluklarının sert çatışmaları, Batı merkezli düzenin hegemonik otoriteyi sağlayamadığını gösteriyor. (Rusya'nın Ukrayna işgali, Ortadoğu'da bitmek bilmeyen vekâlet savaşları ve Afrika'da artan Fransız karşıtı darbeler, ABD-Çin rekabetinin Güney Çin Denizi ve Tayvan etrafında giderek sertleşmesi vs vs )

Öte yandan, küresel çapta artan gelir eşitsizliği, göçmen karşıtlığı, "elitlere" duyulan güvensizlik, kimlik temelli siyaset vs demokratik sistemleri zorlarken, popülist ve otoriter liderlikleri de besliyor.

Geleceğe dair uyarılar

BM, Dünya Ekonomik Forumu, IMF gibi küresel aktörler son beş yıldır, "çoklu kriz (polycrisis)" kavramını sıkça vurguluyor. Bu kavram, birbirini tetikleyen ve çözüm için disiplinlerarası yaklaşımlar gerektiren karmaşık kriz yapılarını ifade ediyor. Örneğin, Davos 2023 ve 2024 raporlarında iklim, toplumsal parçalanma ve dijital eşitsizlik, gelecek on yılın en büyük tehditleri olarak kodlandı.

Dahası, Alvin Toffler'in "Üçüncü Dalga" teorisi gibi post-endüstriyel toplum analizleri de hızla güncelleniyor. Mesela, günümüzde yeni öneri: "etik teknolojikleşme", "evrensel temel gelir" gibi insanı daha fazla merkeze alan politikalar.

Türkiye ve Türk toplumunun dönüşümle teması

Türkiye'nin jeopolitik konumu Ankara'ya, risk ve fırsat arasında bir dengede stratejik yer sunuyor. Bilindiği gibi, Türkiye, Batı-Doğu, Kuzey-Güney eksenindeki jeopolitik kırılma hattında yer alıyor. Yani, Türkiye'nin Karadeniz, Kafkasya, Doğu Akdeniz ve Suriye gibi sıcak bölgelerle çevrili olması; dahası 'NATO üyeliği ile BRICS flörtü'; 'AB süreciyle Avrasya açılımı' gibi kritik hamleleri, Türkiye'yi eşsiz ama kırılgan bir pozisyona yerleştiriyor. Örneğin, Karabağ zaferi sonrası, Türk dünyasıyla entegrasyon ve "Türk Devletleri Teşkilatı"nın hızla kurumsallaşması bu sürecin dış politika yansımalarından biri olarak kabul edilebilir.

Öte yandan, doğal olarak Türkiye'de de küresel krizlerin izdüşümleri gözlemleniyor: politik kutuplaşma, göçmen krizine dair toplumsal reaksiyonlar,özellikle ekonomik dalgalanmalar, elbette iç istikrar için ciddi bir stres testine dönüşüyor.

Toparlarsak; daha önce de, tarihin kırılma anlarında olduğu gibi, bugünkü krizler, sadece bir çöküşü değil, yeni bir medeniyet yapısının doğumunu işaret ediyor. Mesela, 1919 Versay sonrası ekonomik krizler, emperyal çöküşler ve ulus-devletlerin yükselişi, nasıl 1930'ların faşist rejimlerine ve II. Dünya Savaşı'na kapı araladıysa, bugünün dağınık ama sert krizleri de benzer bir şekilde otoriter dalgaları körüklüyor. 1973'de petrol krizi yani enerji arzı, nasıl tüm dünya siyasetini yeniden hızla şekillendirdiyse, bugün de gıda, su ve enerji güvenliği etrafında benzer kırılmalar yaşanıyor. Günümüzde, yeşil mutabakatlar, nükleer yatırımlar ve enerji koridorları üzerinden yeni bir küresel diplomasi inşa ediliyor. Peki, Türkiye bu süreçte, kendi tarihsel derinliğini, coğrafi avantajını ve toplumsal dinamizmini iyi okuyarak bir "denge aktörü" olabilir mi? Bunu zaman içinde hep birlikte göreceğiz ama şu ortada ki küresel krizlerin ortasında sadece devletlerin değil, bireylerin de yeni bir bilinç düzeyine erişmesi gerekiyor. Geleceği belirleyecek olan yalnızca teknolojiler, liderler veya ittifaklar değil; toplumların hakikat, merhamet ve adalet ekseninde inşa edeceği yeni yaşam modelleri olacak.


Yazarın diğer yazıları