ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Gençler Neden Vicdandan Uzaklaşıyor?

Toplumsal dayanışma, zor zamanlarda birbirine sahip çıkma, acıları paylaşma gibi kavramlar kültürümüzü oluşturan en temel yapı taşlarından sadece birkaçı. Peki ama, Bolu'daki yangın faciasında hayatını kaybedenlerin yakınlarını arayıp alay eden gençleri, bu kadim değerler manzumesinde nereye koyabiliriz? Dahası, son yıllarda gençler arasında iyice belirginleşen empati ve vicdan yoksunluğu sorununu görmezden gelmek, olayları münferit vakalar anlayışı ile değerlendirmek ne kadar doğru ? Tarih boyunca vicdanın, merhametin yeşerdiği bir medeniyetin taşıyıcısı kadim Anadolu topraklarında yaşayan bizler, ne hata yaptık ki gençlerimiz yaşanan acının karşısında duyarsızlaşan, hatta dalga geçebilen bireyler olarak karşımıza çıktılar? Biz bu noktaya nasıl geldik?

Bu sorunun cevabını ararken, yalnızca bireysel ahlak çöküşünden değil, daha geniş çapta toplumsal ve kültürel dönüşümden bahsetmek gerekiyor.Dijitalleşme, sosyal medya ve internetin yaygınlaşmasıyla birlikte gençlerin, aile bağlarından, geleneklerden ve ortak değerlerden uzaklaştığı, uzmanların çok sık dile getirdiği bir gerçek. Ancak bunun da ötesinde, hem dünyada hem de ülkemizde, gençler arasında giderek artan bir empati yoksunluğu, hissizlik, sanallaşan vicdan sorunu ile karşı karşıyayız.

Stanford Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada, gençlerin sosyal medyada geçirdiği zaman arttıkça, yüz yüze empati kurma yeteneklerinin azaldığı ortaya konuldu. Araştırma sonuçlarına göre, sürekli çevrimiçi olan bireyler, gerçek insan duygularına dokunmak yerine, sadece olayları içerik olarak tüketiyorlar. Öyle ki bu insanlar artık bir olayın içindeymiş gibi hissetmek yerine, ekranın diğer tarafında bir izleyici olmaya alışmış durumdalar. Evet, acı haberler, saniyeler içinde yayılıyor ancak bu hız, yaşanan acıyla ilgili duygusal bağ kurmayı engelliyor. Konu ile ilgili çarpıcı bir örnek, 2017 yılında ABD'de, bir grup genç, yardım çağırmak yerine, engelli bir adamın boğularak ölmesini, kahkahalar eşliğinde canlı yayınladılar. Bu olay, dünyanın pek çok ülkesinde "empati çöküşü" olarak tartışıldı. Benzer şekilde, Hindistan'da TikTok çılgınlığı sırasında bazı gençlerin, başkalarının trajedilerini eğlence malzemesi haline getirdiği görüldü.

Peki, neden? Çünkü internet, acıları tüketilebilir bir içerik haline getirdi. Gençler, bir felaketi, bir yangını ya da bir trajediyi gerçek bir insanın yaşadığı bir acı olarak değil, ekranlarında anlık olarak görünen bir olay olarak algılıyor. İşte bu bakış açısı , merhameti ve sorumluluk duygusunu tümüyle yok ediyor.

Vicdanın azalmasında bir diğer etken, aile yapısındaki değişim. Daha geleneksel aile yapılarında çocuklar, büyüklerinden duygusal miras, ahlak ve vicdan eğitimi alarak büyürlerdi. Dede ve ninelerin anlattığı hikayeler, anne babaların verdiği değer eğitimi, mahallede kurulan sosyal bağlar, gençleri merhametli ve duyarlı bireyler yapardı. Ancak günümüzde, özellikle kentleşmenin artması ve bireysel yaşam tarzlarının yaygınlaşmasıyla, bu geleneksel eğitim aktarımı, internetin ve sosyal medyanın insafına bırakıldı. Bunun sonucu olarak da gençler artık gerçek dünyadaki duygusal ilişkiler yerine, sanal dünyadaki ilişkileri daha önemli görüyorlar. Acı çeken bir insanı teselli etmek yerine, alay etmek ya da sosyal medyada paylaşarak eğlenmek daha cazip hale gelebiliyor.

Gençlerde vicdani değer kaybına, sosyal medyanın vicdanı ticarileştirmesi de neden olarak gösterilebilir. Şöyle ki, bilindiği üzere, sosyal medya algoritmaları, duygusal içerikleri daha fazla ön plana çıkararak tüketim nesnesi haline getirebiliyor. Dolayısı ile, mesela bir trajedi yaşandığında, acı çeken insanların görüntüleri hızla yayılıyor, yorumlar yapılıyor ve tartışmalar başlıyor. Ancak burada asıl sorun şu; bu içerikler izlendikçe, tıklanma-beğeni aldıkça bir ticari değer kazanıyor. Yani yaşanan trajedi para getiren- kazandıran bir meta haline geliyor. Sonuçta da, acının bile ticari bir meta haline geldiği bir dünyada, gençler gerçek bir insanın yaşadığı duygular yerine, sosyal medyada etkileşim getirecek içeriklere odaklanıyorlar. Örneğin, 2023 yılında Çin'de bazı TikTok kullanıcıları, doğal afetlerde zarar gören insanları kullanarak içerikler üretti. Deprem ya da sel gibi felaketlerde insanların feryatlarını kaydederek sosyal medyada paylaştılar ve bundan büyük kazanç sağladılar. Tekrar bizdeki vahim Bolu faciasına dönersek, gençlerin bu acıya yönelik affedilmeyecek tavrı, aslında daha büyük bir sorunun yansıması. Artık insanlar acıyı hissetmek yerine, onu bir içerik malzemesi olarak kullanıyor. Üstelik bu illet, bizim sınırlarımıza da ulaşmış durumda.

Peki çözüm ne? Çözüm: Merhamet eğitimi ve dijital etik

Bu korkutucu ve yıkıcı gidişatı durdurmak için sadece bireysel olarak değil, toplumsal olarak da ciddi adımlar atılması gerekiyor. Mesela, Japonya gibi ülkelerde, çocuklara çok erken yaşlardan itibaren empati eğitimi veriliyor, görülen o ki bizde de eğitimde merhamet ve empati dersleri şart. Yani, eğitim sistemi içinde çocukları sadece akademik başarıya değil, vicdan ve merhamet gelişimine de odaklamak şart. Tabi ailelerin de, çocuklarını internetin ve sosyal medyanın vicdansız dünyasına bırakması, empati geliştirmeleri için, çocukların toplumla yüz yüze ilişkiler kurmalarına olanak sağlaması gerekir.

Bir diğer çözüm, sosyal medyada etik kuralların yasalar çerçevesinde belirlenmesi. Özellikle sosyal medya platformlarında acı ve trajedileri sömüren içeriklere karşı, çok daha katı önlemler alınması şart. Dahası, gençlerin bizzat sosyal sorumluluk projelerine dahil olması, acı çeken insanlarla yüz yüze temas kurmaları, gençlerin vicdani duygularını geliştirmelerin de için büyük bir fırsat olacaktır.

Ez cümle, teknoloji insan yaşamına avantajlar kadar dezavantajlarda getiriyor. Dolayısı ile, teknolojinin sunduğu fırsatlar, etik kurallardan bağımsız kullanıma açıldığında, insani değerleri hızla yitirme riskiyle karşı karşıya kalıyoruz. İşte bu yüzden, Bolu'da 85 milyonu ağlatan trajedilere karşı takınılan tavrı, sadece birkaç gencin duyarsızlığı olarak görmemek gerekir. Aksine toplumun vicdan kaybının- yoksunluğunun bir alarmı olarak değerlendirilmelidir. Şurası net, dijitalleşen çağda insan kalabilmek, vicdanı ve merhameti yaşatabilmek için bilinçli bir mücadele gerekiyor. Çünkü, hepimizin kabul ettiği gibi, gerçek erdem, asıl başkalarının acısını hissedebildiğimizde ortaya çıkar. Sonuçta, sanal dünyada da insan kalabilmenin yollarını, gençlerimize aktarmanın, öğretmenin şeklini mutlaka ama mutlaka bulmalıyız.


Yazarın diğer yazıları