ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Jeopolitik krizler çağında Türkiye

21. yüzyılın ilk çeyreği, küresel sistemin çok katmanlı krizleriyle yeniden şekillendiği (jeopolitik gerilimler, ekonomik kırılganlıklar, enerji güvenliği, göç dalgaları, iklim değişikliği, teknoloji savaşları vs gibi) bir döneme işaret ediyor. Bu durum, Türkiye'yi, tarihsel derinliğe sahip jeopolitik konumu ve bölgesel güç kapasitesi nedeniyle sistemik dönüşümlerin merkezine koyuyor.

Bu çok katmanlı kriz çağının en önemli kilit noktası şu: Küresel düzlemde ortaya çıkan krizler, hem yatay hem de dikey olarak birbirini besliyor. Bu da, devletlerin sadece konjonktürel değil, yapısal kapasite ve strateji üretme kabiliyetlerini de belirliyor. Daha açık bir şekilde açıklayayım, şunu demek istiyorum:

Yatay kriz ilişkisi, aynı veya farklı coğrafyalarda ya da alanlarda ortaya çıkan krizlerin birbirini etkilemesi anlamına gelir. Örneğin, Orta Doğu'daki siyasi krizin, Avrupa'daki enerji krizini tetiklemesi, küresel gıda krizinin, farklı kıtalarda benzer şekilde toplumsal huzursuzluklara neden olması gibi. Yani farklı ama eş zamanlı krizler birbirini tetikler ve yayılarak küresel düzeyde etkili olur. Dikey kriz ilişkisini ise, bir kriz türünün, diğer düzeylerdeki krizleri beslemesi olarak tarifleyebiliriz. Örneğin, küresel bir ekonomik kriz, ulusal düzeyde siyasi istikrarsızlığa yol açabilir ya da devletin içindeki bir yönetim krizi, dış politikada agresif tutumlara neden olabilir. Yani dikey kriz ilişkisini, bir kriz türünün diğer kriz türlerini tetiklemesi ya da şiddetlendirmesi olarak tarifleyebiliriz. Toparlarsak, krizlerin "yatay ve dikey olarak birbirini beslemesi" ifadesi ile, anlatmak istediğim şey, krizlerin birbirini tetikleyen bir yapıya sahip olduğu ve bu nedenle de karmaşık, çok katmanlı, zincirleme etkiler yarattığı,bu durumunda, uluslararası ilişkilerde öngörülemezliğe ve kırılganlığa işaret ettiği.

Dönelim bize: Türkiye'nin Asya, Avrupa ve Afrika'yı kesen bir kavşak noktası olması, onu yalnızca bir geçiş ülkesi değil, krizlerin düğüm noktası ve asıl önemlisi çözüm arayışlarının güçlü bir aktörü kılıyor. Dolayısı ile, Türkiye, Karadeniz, Akdeniz ve Orta Doğu üçgeninde, NATO'nun doğu sınır güvenliği, Avrasya'daki enerji hatlarının güvenliği, Rusya'nın hedefleri, ABD'nin bölge politikaları ve Çin'in Kuşak-Yol girişimi vs nedeni ile küresel güçlerin tam rekabet alanında. Bu durum, Türkiye'ye diplomatik denge ve ara buluculuk fırsatları sunarken (örneğin, Rusya-Ukrayna savaşı sırasında tahıl koridoru ve enerji diplomasisindeki arabulucu rolü gibi) Avrupa -Asya arasında stratejik köprü görevi görmesini de sağlıyor. İşte Ankara'nın Afrika açılımı, Orta Asya iş birlikleri ve Türk Devletleri Teşkilatı gibi stratejilerini bu nokta üzerinden okumak mümkün. Öte yandan, Türkiye dış politikasının, koşullar gereği daha güvenlik temelli reflekslerle şekillenmesi, daha uzun vadede Ankara'nın diplomatik esneklik alanını daraltabilir.

Toparlarsak, çok katmanlı kriz çağında Türkiye'nin gelecek stratejilerinin başlıkları şunlar olabilir:

Çok yönlü denge politikası: Doğu-Batı arasında denge kuran ama bir kimlik bunalımı yaşamayan diplomasi.

Enerji çeşitliliği ve teknoloji odaklı iş birlikleri: Yeşil enerji, dijital dönüşüm, savunma sanayi entegrasyonu.

Kriz diplomasisinin kurumsallaşması: Arabuluculuk mekanizmalarının süreklilik kazanması ve bölgesel barış girişimlerinin desteklenmesi.

AMA ! Kurumsal güçlenme ve toplumsal uyum: İç politikada iç cephenin güçlendirilmesi, kapsayıcılık, hukuk devleti ilkeleri ve ekonomik dayanıklılığın artırılması !!!!!!!!!!!!

Ez cümle, Türkiye, çok katmanlı kriz çağında yalnızca krizlere maruz kalan değil, aynı zamanda yön veren ve şekillendiren bir aktör. Ankara'nın stratejik vizyonu da ülkenin hem bölgesel hem küresel ölçekte etkisini hızla artırıyor. Ancak bu süreç, içsel reformlar ve uzun vadeli kurumsal dayanıklılıkla desteklenmeli. Aksi takdirde fırsat pencereleri maalesef risk alanlarına dönüşebilir.


Yazarın diğer yazıları