Suriye'de Bölgesel Denklem (1)
2011 yılında Arap Baharı'nın etkisiyle başlayan ve hızla bir iç savaşa dönüşen süreç, yalnızca Suriye'nin değil, Ortadoğu ve uluslararası siyasetin de dinamiklerini etkileyen köklü bir değişim yarattı. Öyle ki, Suriye'de birden fazla bölgesel ve küresel aktörün çıkarlarının çatıştığı, bazen kesiştiği karmaşık bir denklem ortaya çıktı. Bu denklemi yaratan küresel ve bölgesel güçlerin stratejik perspektifleri de bir o kadar karmaşık.
ABD: Jeopolitik ve Terörle Mücadele Perspektifi
ABD'nin Suriye'de iddia ettiği temel önceliği, terörle mücadele ve bölgede Rusya ve İran'ın nüfuzunu sınırlamak. Özellikle DEAŞ'ın yükselişi, ABD'nin bölgedeki varlığını artırmasının en önemli bahanesi oldu. Sonuçta, ABD gözümüzün içine baka baka, PKK-YPG üzerinden bölgede bir kara gücü stratejisi izleyerek, uzun vadeli stratejik hesaplamalarına hız verdi. ABD'nin askeri operasyonları kapsamında, sözde DEAŞ'a karşı, Suriye'nin kuzeydoğusunda hava üsleri ve lojistik altyapılar kurması, ABD'nin uzun vadeli hesaplarında ne kadar kararlı olduğunu gösteriyor. Zaten ABD'nin, Suriye'nin parçalanmış tüm yapısını bir fırsat olarak değerlendireceği, en son Pentagon'un ''Suriye'den çıkmayacağız'' açıklamasından da net anlaşılabilir.
Rusya: Bölgesel Güç Dengesi ve Rejimin Korunması
Rusya, 2015 yılında Esad rejimini desteklemek amacıyla doğrudan müdahalede bulundu ve bu müdahale Suriye denkleminde bir dönüm noktası oldu. Hmeymim Hava Üssü ve Tartus'taki deniz üssü üzerinden Suriye'de kalıcı bir askeri varlık oluşturdu. Sonrasında Rusya, Suriye'yi küresel sahnede, Batı'ya karşı bir pazarlık unsuru olarak kullanırken, aynı zamanda Ortadoğu'daki nüfuzunu artırdı. Örneğin, Halep'in yeniden rejim kontrolüne geçmesi, Rusya'nın hava saldırıları ve diplomatik desteği sayesinde mümkün oldu. Yani aslında, Rusya'nın hedefinin Suriye'deki varlığını kalıcı hale getirerek Doğu Akdeniz'de stratejik üstünlük sağlamak olduğu pek de sır değil.
İngiltere: İnsani Müdahale ve İstikrar Arayışı
Ortadoğu'nun gizli eli İngiltere, Suriye'de doğrudan bir askeri müdahale yerine, daha çok diplomasi stratejisini tercih etti. Ancak, 2018 yılında ABD ve Fransa ile birlikte Suriye rejimine yönelik, kimyasal silah kullanımına karşı düzenlenen hava saldırılarına katılması, İngiltere'nin sınırlı da olsa, gerekli gördüğünde askeri müdahalede çekinmeyeceğini gösterdi.
İran: Şii Hilali Stratejisi ve Suriye'nin Kilit Rolü
İran, Suriye'yi Şii Hilali olarak adlandırılan, Tahran'dan Lübnan'a uzanan nüfuz hattının kritik bir parçası olarak görüyor. Esad rejiminin ayakta kalması, İran'ın bölge etkisini sürdürebilmesi için hayati önem taşıyor. Dolayısı ile İran, Hizbullahı, Suriye'de aktif olarak destekleyerek hem askeri hem de lojistik anlamda, sahada kritik rol üstlenmek istedi. Suriye'de İran Devrim Muhafızları'nın varlığı, dahası Şii milis grupların sahadaki etkinliği bu hedefin bir parçası olarak okunabilir.
Bölge Ülkeleri: Mezhepsel ve Politik Çatışmalar
Suriye'deki çatışmalar, Suudi Arabistan- Katar gibi Sünni ağırlıklı ülkeler ile İran arasında, mezhepsel ve politik bir rekabet sahası haline de geldi. İsrail ise, bölgedeki bu karmaşadan yararlanarak, işgal hedefleri doğrultusunda düzenli hava saldırıları gerçekleştirdi, dünyadan gelen tüm uyarılara ragmen gerçekleştirmeye de devam ediyor. Sonuçta, şu ortada ki, bölge ülkeleri, kendi hedefleri doğrultusunda Suriye'yi bir vekalet savaşı alanı olarak kullanmaktan çekinmedi.
Türkiye: Güvenlik ve Göç Stratejisi
Türkiye'nin Suriye politikasında öncelikleri, her zaman terör tehdidinin bertaraf edilmesi ve Suriyeli mülteciler meselesinin yönetilmesi üzerine oldu. YPG/PYD'nin Suriye'nin kuzeyinde bir terör koridoru oluşturma çabaları, Türkiye'nin Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı gibi askeri operasyonlarına haklı zemin hazırladı. Ayrıca iç siyasette ve ekonomide ciddi yük yüklemesine ragmen; Türkiye, Suriyeli sığınmacılara kapılarını açık bırakarak, insani diplomasi dersini dünyaya verdi. Sonuçta, Türkiye, bugün de Suriye'de güvenli bölgeler oluşturarak hem sınır güvenliğini sağlamak, hem de mültecilerin geri dönüşünü kolaylaştırmayı hedefliyor. Öte yandan Türkiye, Suriye'deki krizin çözümü için diplomatik çabalarını da sürdürüyor. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan liderliğinde yürütülen diplomasi trafiği, Türkiye'nin Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması, terörle mücadele ve mültecilerin onurlu geri dönüşü konularındaki kararlılığını yansıtıyor. Ayrıca, Rusya'nın Türkiye'nin Suriye'deki rolüne verdiği destek ve iki ülke arasındaki işbirliği de dikkat çekici.
Sonuç olarak, Suriye'deki son durum, çok ilginç ve kritik gelişmeler içeriyor. Şunu gözden kaçırmamak lazım, halk devrimi sonrası ortaya çıkan bölgesel denklem, birçok aktörün kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiği karmaşık bir yapıya neden olabilir. Bu denklemin uzun vadede çözülmesi, yalnızca askeri müdahalelerle değil, diplomatik ve samimi insani girişimlerle mümkün olabilir. Suriye'nin yeniden inşası ve siyasi istikrarının sağlanması, uluslararası toplumun kapsamlı bir işbirliği içinde olması ile mümkün olabilir.