ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Tarih Boyunca Acının İzleri

İnsanlık tarihi, ışıkla gölgeler arasında bir yolculuk gibi akar. Yani bir yanda büyük medeniyetlerin yükselişi, sanatın ve bilimin aydınlattığı yollar; diğer yanda ise savaşların, işkencelerin ve kötülüğün karanlık yüzü. Bu iki kutup arasında insanlığın, sürekli olarak kendisiyle ve çevresiyle mücadelesi insan olmanın en derin anlamını oluşturur. Ancak, bugün kendi ülkesini ateşe veren, Esad'ın cehennem krallığı, insanı her zamankinden daha fazla, kötülüğün sona erdiği bir dünyayı hayal etmek zorluyor. Hani derler ya, her trajedide bir umut tohumu gizlidir. Auschwitz'in karanlık gölgesinde, Victor Frankl gibi düşünürler, insan ruhunun dayanıklılığını ve anlam arayışını savundular. Bu trajediler, insanlığın ahlaki pusulasını yeniden düşünmesine vesile oldu. Ama hâlâ öğrenilecek çok şey var.

Aslında insanlık tarihi, savaş meydanlarından yükselen çığlıklarla dolu. Homeros'un destanlarında, savaş kahramanlıkla süslenmiş bir trajediydi. Ancak arka planda, anneler oğullarını, sevgililer umutlarını kaybetti. Orta Çağ'ın engizisyon mahkemelerinde işkence, "doğruyu bulma" adına yapıldı. 20. yüzyıl, iki dünya savaşı ve sayısız soykırımla, kötülüğün zirveye ulaştığı bir dönem oldu. İnsanlık, kendi elleriyle hem büyük yıkımlar hem de teknolojik mucizeler yarattı.

Öte yandan, kötülüğün kaynağını araştıran pek çok bilim dalı olmuş. Mesela felsefe, insanın doğasını ve kötülüğün kaynağını anlamaya çalıştı. Hobbes, insanın doğasını "bencil" ve "kendi çıkarına odaklı" olarak nitelendirdi, ancak Rousseau, insanın doğuştan iyi olduğunu, kötülüğün toplumun yapısından kaynaklandığını savundu. Kant, "ahlaki yasa"nın her bireyin içinde olduğunu ve insanın, başka birine asla bir araç gibi davranmaması gerektiğini söyledi. Aslında bugün, bu etik anlayışı, hızla küresel bir vicdan haline getirmek zorundayız. Çünkü kötülüğün sona ermesi, bireylerin kendi içindeki ahlaki cesareti keşfetmesiyle mümkün.

Elbette, kötülük sadece bireylerde değil, toplumların yapısında da kök salar. Eşitsizlik, yoksulluk, adaletsizlik gibi yapısal sorunlar, çatışmaların ve şiddetin temelini oluşturur. Durkheim'ın dediği gibi, toplumun bir bütün olarak huzurlu olması için bireyler arasındaki dayanışmanın güçlenmesi gerekir. İnsanları ayrıştıran, kimlik politikaları, savaşlar ve işkencelerin besleyici kaynağıdır. Ancak bu ayrışma, yerini empatiye bırakabilir. Ghandi'nin dediği gibi: "Dünya, şiddetsizliğin gücünü keşfedecek kadar cesur olmalı."

Düşünsenize, bir savaş meydanında ağlayan çocuğun gözyaşı, dünyanın neresinde olursa olsun aynı acıyı taşır. Bir annenin yitirdiği evladına yaktığı ağıt, dillerin ötesinde bir yankı bulur. Çünkü acı, insanlığın ortak paydasıdır. Bu ortak paydanın farkına varmak, kötülüğe karşı verilen mücadelenin temelidir. Empati, işte tam da burada devreye girer. Başkasının acısını kendi acımız gibi hissedebildiğimizde, işkenceler sona erer, savaşlar anlamını yitirir.

Kötülüğün Yerine Umudu Koymak

Daha iyi bir dünya mümkün. Ancak bu dünya, yalnızca eylemlerimizle şekillenir. Kötülüğü sona erdirmek, sadece bir hayal değil, bir görevdir. Adaleti savunmak, eşitliği tesis etmek, insan haklarını evrensel kılmak, insanlığın ortak sorumluluğudur. Her birey, bu büyük değişimin bir parçası olabilir. Küçük bir iyilik, domino taşları gibi büyüyerek dünyayı değiştirebilir.

Sonuç olarak, kötülüğün sona erdiği bir dünya, sadece hayalperestlerin değil, cesur insanların eseridir. Savaşlar ve işkenceler, insanın kendi gölgesini aydınlatmasıyla sona erecek. Ve o gün, insanlık, gerçekten insan olmanın ne demek olduğunu anlayacak.


Yazarın diğer yazıları