Narin'in ölümü ve şiddet
Narin cinayeti, Türkiye'de toplumun büyük bir kesimi tarafından derin bir üzüntü ve öfkeyle karşılandı. Özellikle kadın cinayetleri ve çocuklara karşı işlenen suçlarla ilgili zaten var olan toplumsal hassasiyet, Narin cinayetinin ardından daha da arttı. Şu ortada ki; Narin cinayeti, sadece bireysel bir trajedi değil, sistematik bir sorunun da sonucudur. Dolayısı ile bu cinayet, bu tür olayların tekrarlanmaması için ceza sisteminin acil olarak daha caydırıcı hale getirilmesi gereğini de hatırlatıyor.
Öte yandan, bu tür cinayetler, maalesef Türk toplumsal yapımızın derinlerinde hala var olan cinsiyet eşitsizliği ve kadın ayrımcılığının sonuçlarından birini de yansıtıyor. Narin cinayeti de, Türk toplumuna bir kez daha kadına yönelik şiddetin, çocuk istismarının ve genel olarak toplumdaki şiddet kültürünün ne kadar acı verici sonuçları olduğunu hatırlattı.
Peki, Türk toplumunda yükselen şiddetin nedenleri ne olabilir?
Uzmanlar, ekonomik, sosyokültürel, hukuki ve psikolojik faktörlerin bu durumu tetiklediğini belirtiyor. Klinik psikologlar, ekonomik zorlukların bireylerde öfke ve çaresizlik hissini artırdığını, dolayısı ile şiddeti bir çözüm aracı olarak gören bireylerin sayısında bir yükselme olduğunu söylüyor. Elbette nedenleri sadece ekonomik baskılarla açıklamak çok gülünç olur. Şu ortada ki Türkiye'de toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ataerkil toplum yapısı, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin en temel nedenlerinden biri. Erkek egemen kültürde, kadınların ve çocukların "itaat etmesi" gerektiği gibi toplumsal baskılar, şiddeti tetikleyen en büyük faktörlerden. Mesela, Kadın hakları savunucuları "Erkeklik krizinin" ve ataerkil kültürün, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddeti körüklediğini söylüyorlar. Şu an adını hatırlamadığım Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'ndan bir temsilci, "Şiddet, toplumumuzda, erkekliğin "bir gücün ifadesi" olarak görüldüğü sürece durmayacaktır" demişti. Çok da haklı.
Şiddetin yükselmesinin diğer bir nedeni de eğitim sorunu. Eğitim, bireylerin toplumsal değerleri ve ahlaki kuralları öğrenmesinde önemli bir rol oynar. Ancak özellikle kırsal kesimlerde eğitimdeki eksiklikler, insanların sorunlarını şiddetle çözmeye daha yatkın hale gelmesine neden oluyor. Dolayısı ile yeni nesil birçok eğitim bilimci, okullarda sadece akademik bilgi değil, aynı zamanda insan hakları, empati ve barış eğitimi gibi derslerin de verilmesi gerektiğini söylüyor. Gerçekten de, gençleri, şiddet karşıtı değerlerle donatmak, ancak eğitim sistemindeki bu tür reformlarla mümkün olabilir.
Şiddetin yükselişindeki temel nedenler arasında Türkiye'de şiddet vakaları ile ilgili ceza sistemindeki caydırıcılık seviyesinin düşüklüğü uzun süredir bilinen bir tartışma konusu. Ama bana göre, şiddetin yükselmesinde en önemli başlıklar arasında, şiddetin görsel malzeme yapılması yani şiddet pornografisi sorunu geliyor. Uzmanlara göre televizyon dizileri, haber programları ve sosyal medyada şiddetin yaygın bir şekilde yer alması, bireylerde şiddeti normalleştirme eğilimi yaratıyor. Yani şiddet içeren sahneler ve haberlerin sürekli gündemde olması, toplumun buna karşı duyarsızlaşmasına yol açıyor. Düşünsenize, mesela televizyon dizilerinde şiddetin sıkça işlenmesi, insanlara bunun sıradan bir çözüm yolu olduğunu düşündürmez mi?
Peki, Türk toplumu şikayetçi olduğu şiddetle mücadeleye ne kadar hazır?
Türk toplumu, şiddetle mücadelede istekli olsa da, bazı yapısal ve kültürel engellerle karşı karşıya. Eğitim, hukuk, ekonomik ve toplumsal cinsiyet temelli reformlar yapılmadıkça, bu mücadelenin tam anlamıyla başarıya ulaşması zor olabilir. Ancak son yıllarda kadın cinayetlerine karşı yükselen sivil toplum hareketleri, özellikle artan kadın hakları grupları, gençlerin şiddet karşıtı duruşları vs umut verici bir gelişme olarak kabul edilebilir.
Neler yapılabilir?
Uzmanlar şiddetin önlenmesi konusunda, bireysel terapi ve toplumsal ruh sağlığı programlarının yaygınlaştırılması gerektiğini, şiddet eğilimi gösteren bireyler için rehabilitasyon süreçlerinin artırılması gerektiği savunuyorlar. Yani şiddetle mücadelede atılacak adımların, bireyleri sadece cezalandırma değil, aynı zamanda şiddet eğilimlerini önlemeye yönelik olması gerektiği sıkça dile getiriyorlar.
Gelelim şiddetin önlenmesinde ana faktöre... Aile her şeydir!
Aile, bireyin topluma kazandırıldığı ve temel değerlerin öğrenildiği ilk sosyal birimdir. Bu nedenle, şiddetin önlenmesinde ailenin rolü son derece kritiktir. Aile içinde sevgi, saygı, empati, sabır, merhamet, vefa gibi değerlerin öğretilmesi ve sağlıklı ilişkilerin geliştirilmesi, bireylerin ileriki yaşamlarında şiddet eğilimlerinden uzak durmalarını sağlar. Şiddete başvurmayan, sorunları diyalog yoluyla çözmeye çalışan bireyler, aile içindeki olumlu rol modeller sayesinde gelişir. Aile içindeki yetişkinlerin davranışları, çocuklar tarafından taklit edilir ve ileriki yaşamlarında bu davranışlar tekrarlanır. Dolayısı ile ebeveynlerin şiddete başvurduğu durumlarda, çocuklar şiddeti bir sorun çözme aracı olarak öğrenir.
Ez cümle, şiddet yalnızca acıyı ve yıkımı büyütür; oysa sevgi, anlayış ve hoşgörü yaraları sarar, insanlığı birleştirir. Şiddete karşı durarak, birbirimizi anlamayı ve insan olmanın derinliklerinde saklı olan sevgiyi yüceltebiliriz. Şiddete hayır demek, geleceğimize "evet" demektir.