İçsel Aydınlık:İyiliğin Erdemi ve İnsan Olmanın Anlamı-1
İyilik sadece bir eylem değil, insanın kendi özüyle bağlantısını bulma ve içsel bütünlüğünü koruma arayışıdır. Bu nedenle iyiliği bir güç, bir aydınlık ve insan olmanın en derin anlamı olarak ele almak gerekir. Peki hal böyleyken, çağımızda yaşanan bunca kötülüğü nasıl anlamlandıırmak gerekir? İyi de, kötülük nedir? İşte bu sorunun cevabı, insan doğasının karmaşıklığı, toplumsal, psikolojik, ekonomik, kültürel, hatta biyolojik birçok faktörün birleşimine dayanıyor. Sizce, insanların yasalar, güvenlik birimleri, dini öğretiler,inançlar gibi düzenleyici unsurlara rağmen kötülük ve suç işlemesinin bazı temel nedenleri neler olabilir?
Sorunun cevabını araştırmaya şöyle başlayalım mı, mesela insan, psikolojik ve duygusal faktörler nedeni ile kötü olabilir mi? Evet, olabilir. Travmalar, ruhsal rahatsızlıklar, öfke, korku, kıskançlık gibi duygusal durumlar ve psikolojik problemler bireyleri suça veya şiddete yönlendirebilir. Bazı insanlar, duygusal baskılar altında doğru ve yanlış arasındaki sınırı kaybedebilirler.
Kötülüğün bir başka nedeni de, çevresel ve toplumsal etkenler olabilir. Bir toplumda eğer adalet- eşitsizlik, ekonomik yoksunluk gibi durumlar varsa bireyleri şiddet ve suça sürükleyebilir. Dahası, toplumda yaygın olan kültürel veya sosyal normlar da şiddeti meşrulaştırabilir.
Üçüncü bir neden olarak, eğitim eksikliği ve ahlaki zayıflıkları sayabiliriz. İnsanlar, çocukluklarından itibaren ahlaki değerlerle donatılmadıklarında ya da çevrelerinde bu değerleri görmediklerinde, suç ve şiddete daha yatkın hale gelebilirler. Yeterli eğitim ve doğru değerler verilmediğinde, ahlaki bilinç ve empati gelişmez.
Yine, güç ve iktidar arzusuda kötülüğün nedenlerinden biri olabilir. Güç kazanma, hakimiyet kurma isteği veya başkalarını manipüle etme arzusu, bireylerin ahlaki kuralları hiçe sayarak kötülük yapmasına yol açabilir. Bu özellikle güçsüzlük hissi yaşayan bireylerde daha belirgin hale gelebilir.
İnanç ve değerlerin yanlış yorumlanmasıda kötülüğün nedenleri arasında önemli bir yer tutar. Dini veya ideolojik öğretilerin yanlış yorumlanması veya bu öğretilerin kişisel veya politik çıkarlar için kullanılması, bireylerin şiddet ve kötülüğe yönelmesine neden olabilir.
İnsanın içsel çelişkisi ve bencillikde bir nedendir. İnsan doğasında hem iyiye hem de kötüye eğilim vardır. Bazı durumlarda, bireyin çıkarlarını veya arzularını her şeyin önüne koyması, etik değerleri göz ardı etmesine neden olabilir. Bu da suçu veya kötülüğü tetikleyebilir.
Son olası neden olarak da, kontrol eksikliği ve zayıf hukuki uygulamaları sayabilirim. Yasaların varlığı, bu yasaların her zaman etkin şekilde uygulandığı anlamına gelmez. Cezasızlık algısı, kötü davranışların veya suçların devam etmesine neden olabilir. Güvenlik birimlerinin yetersiz kalması veya adaletin gecikmesi, insanlarda suça karşı caydırıcılığı azaltabilir.
Aslında bu nedenler, insanların kendilerini, diğerlerini ve çevrelerini nasıl algıladıklarıyla yakından ilişkilidir. Bu durumları anlamak, bireysel ve toplumsal düzeyde daha iyi çözümler geliştirilmesine yardımcı olabilir.
Öte yandan, kötülüğün insan doğasının bir parçası olup olmadığı, insanın özünde iyi mi kötü mü olduğu, en önemlisi kötülükten kurtulmanın yolları, binlerce yıldır devam eden tartışmaların merkezinde yer alır. Birçok filozof, psikolog, teolog, sosyolog ve yazar da bu konuda çeşitli görüşler ileri sürüyor.
1. Kötülük İnsana Ait Bir Özellik mi?
Bu soruya verilen yanıtlar, genel olarak iki ana yaklaşıma ayrılabilir: İnsanın doğasında kötülüğün olduğunu savunanlar ve insanın doğasının özünde iyi olduğunu, ancak çevresel faktörlerle kötülüğe yönlendirildiğini düşünenler.
a. İnsanın Özünde Kötü Olduğunu Savunanlar
Thomas Hobbes, "insan doğası gereği bencildir ve kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalışır" görüşünü savunur. Hobbes'a göre, doğa durumunda insanlar "herkesin herkese karşı savaşı" içinde yaşar. Bu nedenle, toplumda düzenin ve barışın sağlanması için güçlü bir otorite gereklidir. Bu, insanın doğasında kötülük ve bencilliğin var olduğunu ima eder.
Arthur Schopenhauer, insan iradesinin temelinde bencillik ve acı olduğunu öne sürer. Schopenhauer'a göre, insan iradesi doyumsuzdur ve bu durum, kötülüğün ortaya çıkmasına neden olur.
Psikanalist Sigmund Freud da insan doğasının "İd" (temel içgüdü ve dürtüler) tarafından yönlendirildiğini ve bu dürtülerin doyurulmadığı zaman bireyleri saldırganlığa veya kötü davranışlara yöneltebileceğini ifade eder. Freud'a göre, içsel çatışmalar ve bastırılmış duygular kötülüğün kaynağı olabilir.
b. İnsanın Özünde İyi Olduğunu Savunanlar
Jean-Jacques Rousseau, insanın doğasında iyi olduğunu ve kötü davranışların toplum ve medeniyetin yozlaştırıcı etkilerinden kaynaklandığını savunur. Rousseau'ya göre, insan "özgür doğar" ve "doğal durumda" masum ve saf bir varlık olarak var olur. Ancak, mülkiyet, toplumsal hiyerarşi ve eşitsizlik gibi medeniyetin unsurları insanı kötülüğe sürükler.
Konfüçyüs ve Laozi gibi Doğu felsefesinin düşünürleri de insanın doğasında iyi olduğunu, ancak toplumsal yapıların, eğitim eksikliğinin ve yanlış liderlerin insanları yozlaştırdığını savunurlar. Konfüçyüsçülük, insanın ahlaki gelişiminin doğru bir eğitim ve iyi liderlikle mümkün olduğuna inanır.
2. Kötülükten Kurtulmanın, İyi İnsan Olmanın Yolu Var mı?
Birçok düşünür, kötülüğün önlenebilir olduğunu ve bireylerin iyi insan olma potansiyeline sahip olduğunu savunur. İşte bu konudaki bazı görüşler:
a. Eğitim ve Ahlaki Gelişim
Aristoteles, insanın erdemli bir yaşam sürerek kötülükten uzak durabileceğini savunur. Ona göre, erdemli olmak, doğru alışkanlıkların geliştirilmesiyle mümkündür. İyi bir toplum, bireylerin erdemli yaşam alışkanlıkları kazanmalarına olanak tanır.
Konfüçyüs, bireylerin ahlaki gelişimlerini sağlamak için eğitimin önemini vurgular. Ona göre, "insan, doğasında iyi olmaya yatkındır" ve doğru bir eğitimle bu iyi yönler beslenebilir. Konfüçyüs'e göre, iyi liderlik ve etik kurallar, toplumda bireylerin ahlaki olarak gelişmelerini sağlar.
b. Özgür İrade ve Kötülükten Kaçınma
Augustinus, özgür iradenin kötülükten kaçınmada temel bir rol oynadığını savunur. Ona göre, insanlar kendi iradeleriyle kötülükten uzak durmayı seçebilirler ve Tanrı'nın rehberliğinde bir yaşam sürerek erdemli bir hayat yaşayabilirler.
Immanuel Kant da ahlakın temelinde, bireyin özgür iradesiyle evrensel ahlak yasasına uygun davranması gerektiğini savunur. Ona göre, insanlar doğru bir akıl yürütmeyle kötülükten kaçınabilir ve iyi bir yaşam sürebilirler.
c. Toplumsal Düzen ve Adalet
John Rawls, kötülüğün toplumsal adaletsizliklerden kaynaklanabileceğini savunur. Ona göre, adil bir toplum kurmak, bireylerin kötü eylemlerden kaçınmasına yardımcı olabilir. Rawls, toplumsal adaletin sağlanması için "adil toplum" ilkeleri üzerinde durur.
3. İnsan Hasta veya Arızalı Bir Varlık mı?
İnsan doğasının "hastalıklı" olup olmadığı, felsefe ve psikoloji tarihinin temel tartışmalarından biridir. Bu soruya yanıt olarak geliştirilen birkaç düşünce okulu:
a. Psikanalitik Bakış Açısı
Freud, insanın içsel çatışmalar yaşadığını ve bu çatışmaların bazen kötü davranışlara yol açabileceğini savunur. Ona göre, insanların bilinçaltındaki bastırılmış duygular ve arzular, psikolojik sorunlara ve kötülüğe neden olabilir. Ancak bu çatışmalar terapiler ve içsel farkındalık ile çözülebilir.
b. Varoluşçuluk ve Anksiyete
Varoluşçu filozoflar, insanın varoluşsal bir boşluk ve anksiyete yaşadığını savunurlar. Jean-Paul Sartre, insanın dünyaya "atılmış" bir varlık olduğunu ve hayatın anlamını yaratmaya çalışırken sık sık çatışma ve kötülükle karşı karşıya kaldığını söyler. Ancak Sartre, insanın radikal özgürlüğünü ve seçim yapabilme gücünü vurgular; yani insanlar kendi seçimleriyle anlam ve iyilik yaratabilirler.
c. İnsanın Sosyal Yaratık Olarak Yetersizliği
Norbert Elias, modern toplumlarda insanın kendi davranışlarını kontrol etme yeteneğinin geliştiğini savunur. Ona göre, tarihsel süreçte bireylerin "kendini denetleme" yeteneği arttıkça, şiddet ve kötülük eğilimleri azalmıştır. Bu bakış açısına göre, insan başlangıçta kontrolsüz ve arızalı bir varlık olabilir, ancak toplum ve kültürle bu kontrol sağlanabilir.
Ez cümle, kötülüğün insana ait bir özellik olup olmadığı, kişinin özünde iyi veya kötü olup olmadığı gibi sorular, çok yönlü yanıtlar gerektiren karmaşık bir durum. Dolayısı ile, kötülük, genellikle biyolojik, psikolojik, toplumsal ve felsefi perspektiflerin bir birleşimi olarak görülüyor. Yani insanlar doğuştan belli eğilimlere sahip olabilirler, ancak bu eğilimlerin nasıl şekilleneceği, toplumsal yapı, eğitim, kültür, bireysel irade ve ahlaki değerlerle yakından ilişkilidir.
Kötülükten kurtulmanın yolları ise genellikle eğitimin, ahlaki gelişimin, sosyal adaletin, içsel farkındalığın ve doğru liderliğin önemine vurgu yapar. İnsan doğası gereği hem iyi hem de kötü potansiyele sahip bir varlık olarak görülür ve bu potansiyelin nasıl ortaya çıkacağı, büyük ölçüde toplumsal yapı ve bireysel tercihlerle şekillenir. Bu nedenle, insanı "hasta" veya "arızalı" bir varlık olarak tanımlamak yerine, onu şekillendiren faktörlerin karmaşıklığını göz önünde bulundurmak gerekir. Gelecek yazımda bilim insanlarının ve bilimin bu konu üzerindeki perspektiflerini daha geniş açıdan yazacağım.