Uluslararası vicdanın turnusol kâğıdı
Dünyanın gözü yarın Lahey'de olacak.
Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail aleyhine açılan soykırım davasının ilk duruşması var.
Gazze'de yapılanlara bakınca aslında her şey ortada.
23 binden fazla sivil can kaybı ve Gazze Şeridi'nde 69 bin konutu yerle bir edip adeta taş üstünde taş bırakılmaması tek başına yeter de artar.
Açlığın silah olarak kullanılması, atılan fosfor bombaları, halkın göçe zorlanması, elinde beyaz bayrak olanların İsrailli keskin nişancılar tarafından vurulması da cabası.
İsrailli insan hakları örgütü B'Tselem bile Netanyahu hükümetinin karanlık zihniyetini yüksek sesle ilan ediyor.
"Gazze'de görülen açlık savaşın yan etkisi değil, doğrudan uygulanan siyasetin sonucudur" diyor.
Yani hükümetin kasıtlı olarak yardım girişini kısıtlayıp halkı açlığa mahkûm ettiğini söylüyor.
Üstelik insanlık suçu sadece Gazze'de işlenmiyor.
Batı Şeria'dan da katlettikleri Filistinlinin üzerinden araçla geçen İsrail askerlerinin dehşete düşüren görüntüleri geldi.
İnsan "Bu nasıl bir nefret?" diye sormadan edemiyor.
Davaya dönersek, Güney Afrika tarafından açılmış olması çok manidar.
Çünkü Güney Afrika, "apartheid" denilen ayrımcılığın kurumsallaştığı bir rejimi yaşamış, bunun acılarını çekmiş bir ülke.
Bu tabir çok uzun zamandır İsrail'in Filistinlilere yaptığı zulüm için kullanılıyordu.
Gazze'ye saldırılarla bunu çok daha ötesine geçti.
"İsrail" deyince artık "apartheid" değil, soykırım ve insanlık suçları konuşuluyor.
İsrail'i ve Netanyahu hükümetini elbette tarih yargılayacak ama ondan önce uluslararası hukukun yargılaması önemli.
Perşembe günkü ilk duruşma bu nedenle dönüm noktası olabilir.
İsrail kendini savunmak için nasıl tezler öne sürecek göreceğiz.
Bunların insanlık vicdanını tatmin etmeyeceğini şimdiden bile söylemek zor olmasa gerek.
Uluslararası Adalet Divanı'nın kararı bağlayıcı.
Yani İsrail için işler hiç de istemedikleri yerlere gidebilir.
Ama bu davanın bir başka önemi daha var.
Ülkeler için dürüstlük ve riyakârlık arasında bir turnusol kâğıdı olacak.
Gerçi bu konuda pek çok hükümet kendini belli etti bile.
ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken bugünlerde Orta Doğu'da...
Dün, 7 Ekim'den bu yana beşinci kez İsrail'e gitti.
Öncesinde Türkiye, Yunanistan, Ürdün, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan'daydı.
Sonra da sırada Mısır var ki bugünlerde olası bir ateşkes müzakeresinin merkezi olabilir.
Tabii işin içinde İsrail'in Lübnan'daki katliamları var ve durumu çıkmaza sokmuş durumda.
Ona birazdan değiniriz.
Blinken tüm Orta Doğu turunda üç mesaj veriyor.
Biri, Gazze Şeridi'ndeki Filistinliler göç ettirilemez.
İkincisi, tüm bu yaşananlar sona erdiğinde Gazze Şeridi'ni Filistinliler yönetmeli.
Üçüncüsü, sorunun kalıcı çözümü için Filistin Devleti kurulmalı.
İlk ikisi İsrail'in istediklerinin tam tersi.
Üçüncüsünde ise sorun şu:
Bu Filistin devleti hangi şartlarda ve kimin istediği şekilde kurulacak?
Muhtemel ki amaçları ABD ve İsrail'in işine yarayacak bir yönetim tarzı ve zihniyetini başta olması.
Tabii Blinken bu mesajlarla bölgede gezerken, ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in İsrail Cumhurbaşkanı'nı arayıp bir kez daha "arkanızdayız" mesajı vermesi, samimiyetsizliğin göstergelerinden biri.
Pek çok ülke örnek gösterilebilir ama biz turnusol kâğıdını bir de İngiltere'ye tutalım.
O da bize bir başka ikiyüzlülüğü gösteriyor.
İngiltere, Güney Afrika'nın İsrail aleyhine açtığı soykırım davasına resmi desteğini göstermedi.
Oysa aynı İngiltere "Myanmar Arakanlı Müslümanlara soykırım yapıyor" şikâyetini desteklemek üzere Uluslararası Adalet Divanı'na başvurmuştu.
Ukrayna için de Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne gitmişlerdi.
Görünen o ki mesele İsrail olunca görünen işler değişiyor.
Londra'nın tutumunu tarif ederek en hafif kelime herhalde "samimiyetsizlik" olur.
İsrail Batı'dan yana genel anlamda böyle rahat olsa da, başka ülkeler ya da kendi sokakları açısından pek de rahat değil.
Hatta Netanyahu sıkıştıkça, şiddeti bölgeye yaymaya çalışıyor.
Suriye'de bir Devrim Muhafızı komutanı, Lübnan'da Hamas'ı iki numarası ve Hizbullah'ın saha komutanlarından birini öldürdüler.
Hatta Hizbullah'la savaş olasılığını bile yüksek sesle dillendirmeye başladılar.
Batı basınında bile genel kanı, Netanyahu'nun bunu iktidarını kurtarmak için yaptığı yönünde.
ABD ısrarla "Bölgesel savaşa dönüşmesin" diyerek diğer ülkeleri uyarırken, İsrail'in şiddeti yayma çabasına pek de ses çıkarmaması ikiyüzlülüğün bir başka boyutu.
Uluslararası Adalet Divanı, Birleşmiş Milletler'in en üst düzey yargı organı.
Daha önce soykırımla bağlantılı iki dosya inceledi.
Biri Srebrenitsa, diğer Myanmar'daki Arakanlı Müslümanlar hakkındaydı.
Ve ilk kez İsrail'le ilgili bir dosya aldı.
Kuvvetle muhtemel dava yıllar sürecek.
Saldırıları durdurması için hızlı bir tedbir kararı alınır mı göreceğiz.
Tüm dava sürecinde en büyük etkisi ise hangi ülkenin vicdan ve insanlıktan yana olduğunu göstermesi olacak.