Provokasyona gelirsek ne olur?
Bir önceki yazıda hibrit savaş araçlarından bahsederken, kullanılan yöntemler arasında sosyal karışıklıkları da saymıştık.
Yani sokaklarda karmaşa çıkarmayı.
Geçtiğimiz günlerde önce Kayseri'de, ardından Suriye'nin kuzeyinde ve Türkiye'de diğer bazı şehirlerde yaşananları takip ederken ilk aklıma gelen yine bu oldu.
Provokasyonun ne kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha gördük.
Buna karşılık sağduyulu davranmanın önemini de...
O yaşananların ardında kuvvetle muhtemel görünmeyen başka sebepler, mücadeleler var.
Çünkü Ortadoğu'da aksi kolay kolay olmaz ve düşünülemez.
Şimdi biraz geriye çekilip bakalım.
Türkiye'nin bir anda nasıl da içeri de ve dışarıda zor duruma düşürülmek istendiğini, bazı mide bulandırıcı olaylar ya da başka kıvılcımların nasıl da büyük bir yangına dönüştürülmek istendiğini anlamaya çalışalım.
Suriye'deki iç savaş 2011'den beri sürüyor.
Bu süreçte Türkiye kendi toprakları içinde 4 milyondan fazla Suriyeliye kucak açtı.
İnsani gerekçelerle ev sahipliği yaptı, hala da yapıyor.
Bir o kadarı, belki daha da fazlası ise Suriye'nin kuzeyinde, Türkiye sınırına yakın bölgelerde barınıyor.
Kendi ülkelerinde mülteci durumundalar.
Türkiye'nin gerek sahadaki, gerek masadaki girişimleri o bölgeleri muhalifler ve Esed'in zulmünden kaçıp onlara sığınanlar için hayata tutunabilecekleri bir alana çevirdi.
Bu aşamada Türkiye bizzat sahaya inmek zorunda kaldı çünkü DEAŞ'ından PKK/YPG'sine terör örgütleri sınırına dayanmıştı.
Her gün sınır şehirlerine roket ve havan saldırıları oluyordu.
ABD'nin DEAŞ terör örgütüyle mücadele bahanesiyle besleyip büyüttüğü PKK/YPG terör örgütü, Suriye'nin kuzeyinden denize kadar ulaşacak bir terör kuşağı kuracaktı ve buna mani olundu.
Bu arada DEAŞ'la göğüs göğüse çarpışan tek NATO ülkesinin de Türkiye olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Türkiye aradan geçen yıllarda Suriye'nin kuzeyini de sahipsiz bırakmadı.
Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygı gösterdiğini her fırsatta dile getirmekle birlikte, oralarda terör örgütlerini yeniden hüküm sürmemesi için yerel yönetimi ve güvenlik güçlerini destekledi.
Hayatın normalleşmesi için hastanelerden okullara, sanayiden ticarete ve eğitime pek çok alanda desteğini gösterdi.
Ancak Suriye'deki bu durum elbette ebediyen süremez.
Bir yerde çözüme ulaşması gerekli.
ABD, Rusya, İran ve Şam dahil taraflar pozisyonlarını kemikleştirmişken, şiddet ortamı büyük oranda yatışmışken bu çözüme ulaşmak için adım atmanın zamanı gelmiş olabilir.
Yoksa dengeleri bozacak başka gelişmelerin eli kulağında ve bölgede yeni bir kaos ortamı oluşabilir.
Geçen hafta yapılan karşılıklı açıklamalar da bunun işaretiydi.
Önce Esed, ardından Erdoğan'dan gelen açıklamalar sorunun çözümü yolunda görüşülebileceğine işaret etti.
Haliyle gözler Astana'daki Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi'ne çevrildi.
Zaten ne olduysa da ondan sonra oldu.
Türkiye'yi içeride ve dışarıda bir anda zor duruma düşürmek için düğmeye basılmış gibi, eş güdümlü olaylar başladı.
Kayseri ve Suriye'nin kuzeyinde yaşananların birbirinin sonucu değil, az önce bahsettiğim gelişmenin neticesinde koordinasyon halinde yapılan iki büyük kışkırtma olduğunu düşünüyorum.
Puslu havaları seven güçler bu tip olayları büyük yangınlara çevirmek için fırsatları kullanmayı iyi bilir.
Bunu daha önce başka şekillerde de gördük.
Suriye'nin kuzeyinde yaşanacakların çağrısı ise, Kayseri'deki olaylardan bile önce yapılmıştı.
Tam da bunların yaşandığı sırada sosyal medyadan nasıl provokasyonlar yapıldığı, insanların bot hesaplar veya kasıtlı gerçek kullanıcılarla nasıl kışkırtıldığı, pek çok kişinin de belki farkında bile olmadan buna nasıl alet olduğunu üzülerek izledim.
Türkiye, Suriye'de bir anda belki de son yılların en sıkıntılı durumuna düştü.
Ama bu sıkıntılı süreci iyi yönetmeyi bildi.
Aklıselimin galip gelmesi herkesin hayrına oldu.
Gerilimin yatıştırılmasında en büyük paylardan biriyse Suriye Geçici Hükümeti Başbakanı Abdurrahman Mustafa'ya ait.
Yaptığı yazılı açıklama çok önemliydi.
İki tarafa da "Kışkırtmalara kapılmayın" dedi.
"Münferit olayları büyütmek iki ülkenin de halkın da yararına olmaz. Biz burada misafiriz. Suriyeliler de misafirlik değerlerini bilmesi gerekiyor." diye yazdı.
Suriye'de yaşananlar için de "Türkiye düşmanlarına bunun hesabını ağır şekilde soracağız. Bunu yapanlar Suriye ve Türkiye düşmanlarıdır." İfadesini kullandı.
Suriyeli muhalefet heyetinin askeri sözcüsü Yaser Abdulrahim de benzer bir açıklamada bulundu.
"Türkiye bizim kardeşimizdir, kim bize zarar verirse Türk yargısında hesabını verecektir. Suriyeli kardeşlerim, kendinizi bilmediğiniz işlerin içine atmayın." dedi.
Ayrıca Suriye Milli Ordusu içinde Türkmenler başta olmak üzere sağduyulu kesimler düzenin yeniden sağlanmasında büyük özveride bulundu.
Hamza Tümeni ve Süleyman Şah Tugayı'ndan oluşan Müşterek Kuvvet sahaya indi.
Türk bayrağını yeniden göndere çekerek "Kardeşiz" mesajı verdiler.
Ve önemli yerleri koruma altına aldılar.
Sultan Murat Tugayı da onlar arasındaydı.
"Fitne ateşini körüklemeye ve büyütmeye çalışanlara karşı dikkatli olmalıyız. Türk halkına olan saygımız sonsuzdur." mesajı verdiler.
Suriye'nin kuzeyindeki olaylarda dikkat çeken bir başka nokta daha var.
Gerilimlerin orta yerinde bitiveren yüzleri maskeli insanlar.
Türkiye'yi "kendilerini Esed'e satmakla" itham ediyorlardı.
"İster misiniz biz de PKK ile anlaşalım?" diyerek insanları kışkırtmaya çalışıyorlardı.
Bu kişilerin PKK yanlısı olduğu belirlendi.
Afrin'de yine maskeli PKK bağlantılı kişilerin yaşanan olayların tam da ortasında olduğu görüntüler gördük.
Hatta sosyal medyada sahte hesaplar açıp kendilerini Arap ya da Türkmen olarak gösterip Türkiye aleyhine provokasyonlarda bulundular.
Bu provokasyona karşı sakin kalmanın, aklıselim davranmanın önemine gelince.
Yaşananlar karşısında yangına körükle gitmek, fevri davranmak nelere mal olabilir biliyor musunuz?
Daha birkaç hafta önce, ABD Suriye'nin kuzeyinde PKK/YPG terör örgütüne sözde bir "terör devletçiği" kurma tezgahını hayata geçirmek üzereydi.
İşgal ettiği bölgelerde yapılacak sözde seçimle bunun altyapısını hazırlıyordu.
Türkiye'nin kararlı duruşu ve net mesajlarıyla bu engellendi.
Son yaşananlar, birilerinin Türkiye'ni dikkatini ve enerjisini dağıtmak istemesi olarak yorumlanabilir.
Suriye'nin kuzeyinde kaos ortamı oluşursa, emin olun bundan en çok PKK/YPG terör örgütü ve arkasındaki ABD fayda görecektir.
Zaten ülkenin neredeyse üçte birini işgal altında tutuyorlar.
Ve bunu tam da böyle bir kaos ortamında yaptılar, hatırlayın.
Muhtemel ki Ankara-Şam hattında çözüm için atılabilecek olası adımları istemeyenler de öncelikle onlar.
Çünkü böyle bir hamle en çok PKK/YPG terör örgütüne ve onun arkasındaki ABD'ye zarar verecektir.
Türkiye, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da Suriye'nin kuzeyindeki bölgelerde yaşayanları Esed rejiminin insafına terk etmeyecektir.
Zaten bunu açıkça söylüyor, aksi de düşünülemez.
Ancak bu sorunu çözebilmek için de bir şeyler yapmak şart.
Suriyelilerin onurlu ve güvenli şekilde geri dönebilmelerine imkan tanıyacak bir yol haritası çizmek için uzun zamandır çaba harcanıyor.
Son günlere yaşananlardan hareketle, suç işleyenlerin yanında ülkemize sığınan masumlara da saldırmak ve hatta şu aşamada "Türk askeri Suriye'den çekilsin" demek sürece zarardan başka bir şey getirmez.
Yani provokasyona gelmemeli.
Gelirsek bunun sonu Suriye'nin kuzeyinde bir terör devleti olabilir.
Zira görünen o ki bütün hesaplar Türkiye'nin Suriye'den çıkarılması, yerine de PKK/YPG terör örgütünün yerleşmesi üzerine kurulu.
Eğer bu olursa sınırımızda eski günlere geri dönülmesi işten bile değil.
Bunu daha önce denediler, yine deniyorlar.
Türkiye ise var olan tehlikenin fazlasıyla farkında.
Adımlarını da buna göre atıyor.