Hizbullah KKTC'yi de vurur mu?
Dünya bu günlerde daha fazla diken üstünde.
Bir yanda İsrail'in Gazze'deki saldırılarının bölgesel savaşa dönüşme riski iyiden iyiye arttı.
Diğer yanda Rusya-Batı geriliminde pek çok yeni adım var ki savaşın Avrupa topraklarına sıçrama tehlikesi artık daha yakın.
Rusya meselesine yazının sonraki bölümlerinde gireceğim.
Önce güneyimizdeki büyük krize bakalım.
İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki katliamları bitmek bilmiyor.
İsrail ateşkese yanaşmadıkça, kuzeyindeki Lübnan'da konuşlu Hizbullah'la gerilim de tırmanıyor.
Hizbullah İsrail'in hava savunmasını aşıp Hayfa kenti üzerinde uçurduğu İHA ile uzun uzun kayıt alınca gerilim daha da yükseldi.
İsrail zaten Hamas kadar Hizbullah'tan da nefret ediyor.
Çünkü iki direniş hareketini birleştiren ortak düşman.
Hizbullah'ın İsrail'e saldırıları 8 Ekim'den beri kesilmedi.
İsrail de aynı şekilde cevap veriyor.
Aslında ikisi arasında, yaptıkları son savaştan beri adı konulmamış bir anlaşma var ve buna uyuyorlar.
Sınırın diğer tarafına ayak basmıyorlar.
Lakin bu yakında değişecek gibi.
İsrail Lübnan'ın güneyini bizzat işgal edip, Hizbullah'ı kuzeye doğru püskürtmek istiyor.
ABD "Yapma, İran'ı sahaya indirirsin. Bölgedeki tüm vekil güçleri Lübnan'a akın eder" dese de İsrail vazgeçecek gibi değil.
Hatta ordunun kuzey bölge komutanlarının savaş planlarını onayladığı yönünde haberler gördük.
Harbe hazırlığa hız verdiler.
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ise bu haberler üzerine zehir zemberek açıklamalar yaptı.
"İsrail büyük savaş başlatırsa Akdeniz kıyısındaki şehirler dâhil hiçbir yer güvende olmaz. Kuralsızca ve sınırsızca savaşırız" diyor.
Meselenin, başlığın sebebi olan asıl kısmıysa bundan sonra başlıyor.
Nasrallah bir şeyin farkında.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, geçmişte İsrail ordusuna eğitim için alan sağladı.
Örneğin İsrail Hava Kuvvetleri'nin tatbikat yapabilmesi için hava sahasını açtı.
Elbette İsrail'e başka şekillerde de desteği var.
Aynı şekilde en basitinden Kızıldeniz'de İsrail'i koruyan İngiliz savaş uçakları için de adada üsler bulunuyor.
Bu üsler her ne kadar İngiliz toprağı olsa da, Kıbrıslı Rumların bu ülkeyle iyi ilişkileri süreci kolaylaştırıyor.
Hizbullah lideri ise bir başka önemli noktaya değindi.
Lübnan'ın güneyinde kendilerine savaş açılırsa, Güney Kıbrıs'ın İsrail'e destek vereceği yönünde istihbarat aldıklarını söyledi.
Dahası "Bu onları da savaşın parçası yapar. Biz de ona göre davranır ve icabına bakarız" dedi.
Özetle Kıbrıslı Rumlara "Sizi de vururuz, demedi demeyin" mesajı gönderdi.
Ortadoğu'daki şiddetin Lübnan Hizbullahı ve İsrail-İran mücadelesi üzerinden bölgesel savaşa dönüşmesi endişesi zaten uzun zamandır vardı.
Bu açıklamayla şimdi bir de Avrupa topraklarına sıçrama riski doğdu.
Avrupa zaten Ukrayna krizi nedeniyle savaşın kendisine yayılması endişesi yaşıyor.
Bu da üzerine tuz biber oldu.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin haliyle etekleri tutuştu.
Liderleri Hristodulis apar topar açıklama yaptı.
"İsrail ve Hizbullah arasında taraf tutmuyoruz" diyor.
Endişeyle Lübnan ve İran nezdinde de diplomatik girişimlere başladı.
Endişelenmekte haksız da değiller.
Zira Hizbullah'ın elinde on binlerce füze olduğu söyleniyor ve bazılarının menzili 300 kilometreye kadar ulaşıyor.
Kıbrıs adası ile Lübnan arasındaki en yakın kuş uçuşu mesafenin 160 kilometre olduğunu düşünürsek, Hizbullah'ın teknik olarak burayı vurması için bir engel yok.
Elbette İngilizlerin hava savunmasını aşarsa...
Bu arada Rum Yönetimi uzun zamandır ABD'den hava savunma sistemi almaya çalışıyor.
ABD'nin silah ambargosunu tamamen kaldırması da gündemde.
Nasrallah'ın açıklaması bahane edilip bu adımlar atılırsa, Doğu Akdeniz'de Türk tarafının aleyhine denge değişikliği gündeme gelebilir.
Bu da bir başka gerilimin kapısını aralar.
Buraya kadar tablo böyle.
Yalnız önemli bir başka mesele var.
Kıbrıs adası ikiye bölünmüş durumda.
Güneyde Kıbrıs Rum Yönetimi, kuzeyde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var.
İş oraya varır da o füzeler gerçekten fırlatılırsa, Güney Kıbrıs yerine KKTC topraklarına düşme ihtimali de olur mu?
Sadece saldırı amaçlı bir füze olması da gerekmiyor.
Savunma amaçlı bir hava savunma füzesinin de hedefi şaşırıp böyle bir tehlikeye yol açma ihtimali var mı mesela?
Aslında bu soruların cevabı yakın geçmişte gizli.
30 Haziran 2019'da yaşananlarda örneğin...
İsrail, Lübnan hava sahası üzerinden uçaklarla Suriye'ye saldırmıştı.
Suriye hava savunma sistemi İsrail uçaklarına S-200 hava savunma füzeleri fırlatmıştı.
Füze uçağı ıskalamış, serbest uçuşla 300 kilometre mesafe kat etmişti.
Enkazı KKTC'nin Beşparmak Dağları'na, Taşkent köyü yakınlarına düşmüştü.
Hizbullah'ın İsrail'e karşı kullandığı füzelerin bir kısmı Suriye'nin kullandığı füzelerle aynı tipte.
Bu nedenle böyle bir risk her zaman var.
Rumlara atılan ya da hava savunmasında kullanılan füzenin yanlışlıkla KKTC topraklarına düşmesi çok ciddi bir durum olacaktır.
Umarız İsrail-Hizbullah savaşı hiç çıkmaz, mesele buralara gelmez.
ABD'nin dediği gibi Gazze'de ateşkeste uzlaşılması, Hizbullah'la gerilimi de yatıştıracaktır.
Dahası İsrail'de ordu ve hükümet arasında ciddi ayrılıklar yaşanırken, her gün daha fazla yetkili gerçeği görmeye başlıyor.
Son olarak İsrail Ordu Sözcüsü Daniel Hagari'nin "Hamas bir fikir ve bir siyasi partidir. İnsanların kalplerine kök salmıştır. Hamas'ı yıkabileceğimizi düşünenler yanılıyor." sözleri çok anlamlıydı.
Her ne kadar Netanyahu'yu rahatsız etmiş olsa da durum gerçekten bu.
Ve bir gün Netanyahu'nun da onu destekleyen kana susamış aşırı sağcı parti liderlerinin de bunu kabul etmesi gerekecek.
Gelelim ikinci büyük tehlikeye...
Rusya ve Batı arasındaki gerilimin, Ukrayna sınırlarını dışına uzanan bir savaşa dönüşme riskine.
Putin, batılı ülkelerden gelen baskılara ve Ukrayna'ya desteği artırma girişimlerine karşı, doğuda safları sıklaştırıyor.
24 yıl sonra gittiği Kuzey Kore'de büyük bir hürmetle karşılandı.
Uzun uzun kucaklaşıldı, ön koltukta beraber otomobil yolculuğuna çıkıldı, uçak havaalanından ayrılana kadar durmaksızın el sallandı.
Kuzey Kore lideri Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline tam destek verdi.
Hatta ziyarette bir de stratejik ortaklık anlaşması imzaladılar.
Bir ülkeye dışarıdan saldırı olursa diğeri yardıma gidecek.
Her halükarda ABD öndeliğindeki batılı blok enerjisini ve kaynaklarını iki ayrı cepheye yaymak zorunda kalacak.
Rusların soğuk savaş sonrasında askıya alınan Kuzey Kore ittifakını yeniden canlandırması ABD'yi ciddi şekilde rahatsız etti, orası bir gerçek.
En büyük rakibi Çin de resmi açıklamasında bu gelişmeyi "olumlu" diye niteledi.
Arka planda ise hoşnut olmadığına yönelik işaretler var.
Zira Rusya'nın kuzey Kore ile yakınlaşması, Çin'in nüfuz alanından çalması anlamına da gelebilir.
Yani batılı ülkelere karşı doğuda birlik oluşturulması, Çin'in arka bahçesinde fedakârlık yapmak zorunda kalmasını gerektirebilir.
Her ne kadar ittifak için birbirlerine yanaşsalar da Çin'in geçmişte Sovyetler Birliği ile aylar süren sınır çatışmaları yaşadığını da unutmamak lazım.
Yani ihtilaflı alanlar her zaman var.
Rusya ve Kuzey Kore devasa uluslararası yaptırımlara maruz kalan iki ülke.
Yanı başlarındaki Çin ise dünyaya çok geniş şekilde entegre.
Özellikle de ticaret yoluyla.
Haliyle Rusya ve Kuzey Kore için hayati bir kaynak konumundalar.
Putin ve Kim, bu nedenle dostluklarını geliştirirken Çin'i kışkırtmamaları gerektiğinin fazlasıyla farkında.
Putin ve Kim'in kameralar önünde dünyaya gösterdiği o sıkı dostluğun sınırı, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in tahammül sınırıyla aynı yerde.
Çünkü bir adım ötesiyle Çin'in tepkisini çekmeleri bütün küresel dengeleri altüst edebilir.
Zira Çin lideri Rusya'ya verdiği desteği kesmesi, Ukrayna'daki savaşı körükleyen teçhizatı satmayı durdurması için yoğun baskı altında.
Hatta bu amaçla kendisine bir "rüşvet" de vermeye razılar.
O rüşvet, Pekin'in yumuşak güç unsuru olarak etki alanını genişletmesi.
Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenskiy, "Çin savaşı durdurmak için Rusya ile aramızda arabulucu olabilir" derken, boşuna konuşmuyor.
Bir yandan Suudi Arabistan ve İran'ı normalleşmeye razı edebilen, diğer yanda Hamas ve El Fetih'i uzlaştırmak için ev sahipliği yapmaya hazırlanan Çin'in, yumuşak güç etkisini Karadeniz'in kuzeyine genişletme fırsat bulabilmesi kendisi için çok cazip.
Dünya Çin pazarına ve ürünlerine ne kadar ihtiyaç duyuyorsa, Çin'in de ekonomik büyüme için küresel satışları artırmaya, yabancı yatırıma ve yabancı turistlere ihtiyacı var.
Ve arabulucu konumuyla yumuşak güç olarak sempati toplaması, amaçlarına ulaşmayı ve ticaret hatlarının güvenliğini sağlamayı kolaylaştıracak.
Sözün özü İster Ortadoğu'da ister Uzakdoğu'da ister Batı'da olsun, herkes çok ince bir çizgi üzerinde oynayarak dengeleri korumaya, bu sırada kendi çıkarlarını genişletmeye çalışıyor.
Bu saatten sonra bu dengedeki en ufak bir bozulmanın silsile şeklinde dünyayı daha büyük kaoslara sürükleme riski var.