ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


“Hibrit +” ve aktif dengeleme

Geçtiğimiz günlerde uluslararası ilişkiler uzmanı bir akademisyen hocamızla görüşüyorduk.

Dünyanın adım adım büyük savaşa sürüklenmesinden bahsederken, Türkiye'nin bu süreçte tutumunun ne olduğu konusunda çok dikkat çekici tespitler yaptı.

Yazının başlığı da tam bu tespitlerin özeti.

Dikkatimi çektiği için sizinle de paylaşmak istedim.

Özetlediği tablo şöyleydi.

Günümüzdeki blokların üyeleri ülkelerin silahlanma ve diğer güvenlik harcamalarındaki artış, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı öncesindeki döneme benziyor.

Artık beşinci nesil savaşlar yapılıyor ve bunları okumak kolay değil.

NATO'nun güvenlik belgeleri de yakın geleceğin belirsizlikler ortamı olduğunu gösteriyor.

Bir başka deyişle hibrit ortam.

Hibrit savaşlarda nükleer hariç, konvansiyonel silahlar, sosyal karışıklıklar ve siber yetenekler dahil tüm araçlar kullanılacak anlamına geliyor.

Bilgi harekatı ve psikolojik harekatı da içine katabiliriz.

Üstelik son dönemde ülkeler için işe yarayan bir mücadele taktiği oldu.

Ama günümüzde durum bunun da biraz üstüne çıkmış durumda.

Hibrit +, İngilizce tabiriyle "Hybrid plus" ifadesi de buradan geliyor.

Günümüzdeki restleşmeler ve tatbikatlardan hareketle, hibrit savaş araçlarına ve taktiğine bir de nükleerin eklenmesi anlamına geliyor.

Üstelik sadece nükleer değil, kimyasal ve biyolojik silah imkânları da işin içine girecek demek.

Bunlar riski artıran çok önemli faktörler.

Çünkü beşinci nesil savaşlar döneminde nükleer silahın en önemli görevi caydırıcılıktı.

Evet Japonya'da ABD tarafından iki kez kullanıldı ve büyük yıkıma, acılara yol açtı.

İkinci dünya Savaşı'nı bitirdi.

Yani caydırıcılık gücünün etkisi gösterildi.

Ama durum günümüzde daha farklı.

Yakın zamana kadar dünyadaki nükleer başlıkların yüzde 85'i pasif, yüzde 15'i aktifti.

Bu oran yüzde 25'lere yükseldi.

Bunlar artık raflarda durmuyor, masaya indi.

Son aşama ise saha demek.

Nükleer aktif miktardaki artış da olası dünya savaşına doğru ilerlemenin bir başka işareti olarak görülüyor.

Nükleer cepheler hemen hemen belli.

Hindistan'ın tutumu ise dengenin akıbetini belirleyecek gibi görünüyor.

Hindistan doğu kanadına katılırsa, nükleer başlık açısından ağırlık o tarafa kayacak.

Batı kanadında kalırsa durum tam aksi olacak.

Rusya'dan S-400 hava savunma sistemi satın almalarına rağmen, Türkiye'nin aksine ABD'nin yaptırımlarına maruz kalmamasının sebebi biraz da bu kritik konumu.

Peki Türkiye bu güç dengesi hakkında nasıl duracak, ne tür bir politika izleyecek?

Zira NATO üyesi olarak aslında batı ittifakına mensup ancak doğu ülkeleriyle de iyi ilişkiler içinde.

Her bir faaliyetin, uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan çatışmaların, finans mücadelesinin, diplomatik görüşmelerinin hepsinin planlı olduğu kabul edilir.

Devletler güvenlik mimarisinin merkezine oturan bazı stratejiler kullanır.

Bunlardan biri, sorumluluktan kaçma.

Türkiye merkezi bir güç olmaya ilerlerken sorumluluktan kaçma seçeneğini izlemiyor.

Zaten Libya'da, Somali'de, Kıbrıs'ta, Suriye'de, Irak'ta, Karabağ'daki tutumu bunu açıkça gösteriyor.

Balkanlar'da ve Gazze'de de durum aynı.

Tüm bunları yaparken merkezde uluslararası hukuk, insan hakları, kendi değerleri ve elbette kendi çıkarları var.

Olası büyük bir savaş çıkarsa da sorumluluktan kaçmak Türkiye'nin seçeneği olmayacaktır.

Türkiye 1950'lerden beri bölgedeki krizlerde batı içinde oluşan güvenlik ittifakına çekildi.

Kimi zaman gönüllü olarak, kimi zaman biraz da mecburiyetten.

Çünkü gücü ölçüsünde bir tarafta durmak zorundaydı.

Sovyetlerin boğazların statüsünü sorgulaması ya da doğudan toprak talep etmesi gibi anlaşılır sebepleri vardı elbette.

Batının güvenlik mimarisi ekseninde konumlanarak kendi çıkarını takip etti.

Ancak özellikle son 20 küsür yılda durum değişti.

Çünkü Türkiye gücünü artırmaya başladı.

Daha özerk hareket edebiler, kendi stratejik kararlarını bir tarafta kalma mecburiyeti hissetmeden veren bir hale geldi.

Gerektiğinde batılı müttefiklerinin kendisine engeller çıkarmasına rağmen adımlar arttı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın deyimiyle kendi göbeğini kesti.

Hala da yapmaya devam ediyor.

Türkiye artık oyunun içinde bir aktör olmaktan, oyunu bozan, değiştiren, gerektiğinde de oyun kuran bir stratejik noktaya yükseldi.

Bu gücünün etkisi de olası bir büyük savaşta kendisini gösterecektir.

Aktif dengeleme tam da bu konuma uygun bir politika.

Yani Türkiye elindeki tüm iktisadi, beşeri, askeri, hatta jeopolitik ve jeostratejik güçlerini kullanarak bir tarafa itilme ya da diğer tarafa meyletme zorunluluğu hissetmeden kendi gündemini takip edebilir.

Çıkacağından endişe edilen büyük savaş gerçekten çıkarsa, bunu yapmaya yeteneği var.

Aslında bölgesel krizlerde tam da bunu uyguluyorlar.

Artık Türkiye bir yol ayrımında.

Şu anki kadrolarsa doğru kararı verebilecek vizyona sahip.

İttifaklar kursa da batı zorlamasını eskisi kadar şiddetli hissetmeyecektir.

Batıda olduğu kadar doğuda yükselen güç dengelerine dahil olabilecek kadar gelişmiş bir düşünsel yapımız var.

Örneğin BRICS'e son dönemde artan ilgi de bunun göstergesi.

Bu zihniyet değişiminin gerçekleşmesi Türkiye'nin daha büyük bir güç olması açısından çok önemli bir imkân.

1990'larda doğu blokuyla bir ortaklık kurmaya kalktığınızda batıdan çok daha sert tepkiler alabilirdiniz.

Ama günümüzde Cumhurbaşkanı Erdoğan Kazakistan'a gidip Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısına katılırken, birkaç gün sonra Washington'da NATO zirvesine iştirak edebiliyor.

Üstelik iki taraf da Türkiye'nin kıymetinin farkında.

Türkiye'nin bu fırsatı çok iyi değerlendirmesi gerekli ve bunu yapabileceğine inanıyorum.

Batının korumaya çalıştığı hiyerarşik düzene karşı doğunun oluşturmakta olduğu çok merkezli düzende, merkezlerden biri olabilir.

Üstelik bunu yaparken batıdan da kopmayıp, iyi ilişkilerini sürdürebilir ki bence de öyle olmalı.

Çünkü Türkiye'nin batıya da doğuya da ihtiyacı var.

Tıpkı onların da Türkiye'ye ihtiyacı olduğu gibi.

Ve son bir not.

"Hibrit+" dediğimiz dönemde yeni bir olası dünya savaşı, nükleer silahların da içinde olacağı bir devir olacaksa, güç merkezi olarak kalabilmek için muhtemelen Türkiye'nin de bir nükleer silah kapasitesi olması gerekebilir.

Üstelik bu kadarla da kalmıyor.

Buna bir de yapay zeka yeteneğini eklemek şart oldu.


Yazarın diğer yazıları