Karanlık ve çaresizlik içinde
Hava kapalı. Gri bulutlar 'birazdan şiddetli bir yağmur gelecek, işi olmayan içeri girsin' diyor. Yağmurdan sakınacak bir yer arıyor insanlar.
Filistin'de de hava kapalı. Çok daha karanlık. Bu akşam değil, bu hafta değil, bu ay ya da aylardır değil; yıllardır, on yıllardır kapalı. Yağacak kurşunlar ve bombalar için sığınılacak bir yer yok. Güvenli bir yer yok. Hastaneler bile bu bomba yağmurunun altında.
Gök gürlüyor. Sanki yukarılarda ağır bir şeyler çok yüksekten devriliyor. Çocuklar korkar böyle gürültüden. Güvende hissedebilecekleri kucakları ararlar. Annelerininki, babalarınınkini. 'Korkma, geçecek, bir şey yok' diyen, inanabilecekleri, sakinlik ve huzur veren bir ses aralar.
Bomba yağmurunun gök gürültüsü de çok yüksek. Çok şiddetli. Filistinli çocuklar yağacak bombanın gök gürültüsünü işittiklerinde kendilerini teskin edecek sesi arıyor mudur? Aradığı sesi buluyor mudur? Eğer henüz şehit edilmemişse anne babası...
Aylar şaşırdı mevsimleri. Kasım kasımlık etmiyor gibi. Geceler serin ama gündüzün güneşi ısıtıyor. Yine de bir yelek, bir hırka, hafif bir mont gerekiyor üşümeye, üşütmeye karşı korusun diye. İnsanı üşüten tek şey soğuk değil yine de. İnsanlar yalnızlıktan, görülmemekten, bilinmemekten, terk edilmekten de üşür. Yıllar evvel küçücük bir çocuk uyandırmıştı beni bu gerçeğe. Annesi, kendisini sıcacık ve güvenli bir evde, dede, babaanne ve halalarına bırakıyordu küçük oğlunu. Sadece sayılı gün için. Çocuk ağlamadı, sızlanmadı ama tek bir cümle söyledi, "Sen beni bırakırsan ben çok üşürüm".
Bugün için hayatta kalabilmiş kaç Filistinli çocuk çok üşüyordur, sayısız gün için giden ailesinin ardından...
Çocuklar için oyun kadar, o oyunu oynayacağı arkadaşı da mühimdir. İlle o gelsindir. İlle onunla oynasındır. Yeri göğü inletir, arkadaşı yoksa.
Filistinli çocuğun oyun arkadaşı şimdi nerede? Yerin altında mı, üstünde mi? Üstünde ise, eli ayağı, yüzü gözü yerli yerinde mi?
Herkes kendi nispetinde bir şeyler yapabilmenin peşinde ya bugünlerde Filistinli çocuklar için. Kimi protesto ediyor, kimi şarkılarını onlar için söylüyor, kimi ibadetlerine dualarla ekliyor, kimi katil işgalci İsrail askerine açıktan destek veren markaları boykot ediyor. Kimileri de soruyor hani, ne işe yarayacak ki, bir bardak kahveye mi kaldı iş, diye. İşin ekonomik boyutundaki önemine girmeyeceğim, hayır. Onu zaten bütün caydırıcı etkisiyle uzmanları anlatıyor. Ölçülebilir, gözlenebilir, net bir şey. Ama insandan konuşacaksak eğer... Eli o kahveye gitmeyenin derdi sadece sayılarla, ekonomik gerekçelerle değil. Daha başka bir şey. Kan karışmış kahvenin karası da sürülmesin yüzümüze diye. Zaten o çocuğun karşısına çıkacak yüz de kalmamışken, kendi üstümüze bir avuç ölü toprağı daha atmayalım diye.
Affet çocuk. Ancak bu kadarım ben.