“Zulme Susmak, Vicdana İhanettir”
İçimiz acıyor mu, acısın?
Deşilsin, yürekler en koyusundan kanınla kanasın, uykuların kaçsın çünkü sen zulme susmuş, zulmü gözünü kapatmış, çığlıklara kulaklarını tıkamış ruhsuz bir insansın... Bir çocuk gökyüzü mavisi görmemişse, hiçbir gün aymamış olsun...
Anlatın şimdi sayısız gökkuşağındaki uyduruk masallarınızı, anlatın mini mini kuşların konduğu rengarenk camları ve anlatın kırlarda koşan özgür heidi'nin kahkahalarını... Koskocaman bir yalan, hem de öyle böyle bir yalan değil... Ulan, dillerimiz sussa, gözümüz bakmasa, kulağımız duymasa, vicdanımızın hesap vereceği bir zulmün tam olarak tanıklarıyız.
Burnunu kokudan arındırmak için yerlere süren kadınların cennet kokularına kavuşacakları aşikar da, burunları en pahalı parfüm kokusuna bulanmış insanların üzerine sinen bu lanet kokusuna bir formül bulan olacak mı? Hiç sanmıyorum... Zulmü yapanlar ve bunlara susanların leş kokusu sardı tüm dünyayı...
Ayağı kırık, işkence görmüş, her yeri deşilmiş başka bir kadına siper olan, yüzünde nur saçan bir kadın... Onca zalimin elinde, yine de Allah diyor... Avucu kan, açmış elini semaya inancı tam...
Çocukken öğrendiğim bir ilahi vardı.
Hala kulaklarımda çınlar:
"Bir beldeki zikredilir ezanlar
Dağlar duyar, taşlar duyar,
Kullara vah vah.
Bir beldeki zikredilir Allahım
Cürmü büyük, sırtı dönük,
Hallere vah vah.
Bir beldeki zikredilir Muhammed
Yerler inler, gökler inler,
İnsana vah vah.
Kur'an indi ayet ayet üstüne
Gözler görür, eller tutar,
Dillere vah vah."
Vah ki ne vah... Acılarını tahmin ederken bile benciliz... Ulan, hiç mi vicdan yok dediklerimizle aynı gökyüzü altında, aynı havayı solumuşuz bunca yıl... Solumaya da devam ediyoruz. Vicdan, ne kadar gömülse de bir gün bir yerden mutlaka yankılanır, tıpkı bu dünyada suskun kalan çığlıklar gibi.
Utanıyorum Allah'ım, kardeşlerimizin acılarının karşısında üzülmekten bile utanıyorum. Gökyüzünü tanımaktan, havayı solumaktan sana şükrederken bir taraftan da utanıyorum. Bizi affet.