ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Çifte Standartlı kavramlar

Dünya genelinde adalet, insan hakları ve ifade özgürlüğü gibi evrensel değerler savunulurken, bu kavramların kime ve ne zaman uygulanacağına dair çarpıcı bir seçicilik gözleniyor. Filistin meselesi bu çifte standartların en açık örneklerinden biri. Gazze'deki insani krizi dile getirenler antisemitist yaftasına maruz kalırken, gerçek nefret söylemleri ve semboller, siyasi ya da ideolojik sebeplerle görmezden geliniyor. Trump zaferinden sonra sahneye çıkan Elon Musk takdir edersiniz ki Trump'ın en büyük yatırımcı ve destekçilerinden ve konuşmasında zaferini Nazi selamı yaparak verdi. Bu durum, benim dikkatimi çekerken sorgulamalar yapmama sebep oldu. Çünkü özgür Filistin diye çığlık atan kim varsa özgürlükler ülkesinde dahi bunu dile getiremedi sadece "Free Palestine" yazdı diye göz altına alınan bir sürü insanı da ulusal basında gördük ve takip ettik. Filistin halkı, on yıllardır süregelen işgal ve zulme karşı var olma mücadelesi veriyor. Gazze'de insani yardım bile bir lüks haline gelirken, bu krize dikkat çekmek, insan haklarını savunan her bireyin vicdani göreviydi. Ancak burada ciddi bir paradoksla karşı karşıyayız. Filistin halkının özgürlüğü için sesini yükseltenler, sistematik bir şekilde antisemitizmle suçlanıyor. Bu suçlamalar, yalnızca konuyu saptırmakla kalmıyor, aynı zamanda mağdurun sesini boğmayı da amaçlıyor. Özgürlük, adalet ve insanlık için yapılan çağrılar neden suç sayılır? Bugün Filistin'i savunmak, bir halkın var olma hakkını savunmak demektir. Bu haklı duruş, hiçbir şekilde bir düşmanlık veya nefretle ilişkilendirilemez. Ancak Filistin halkını destekleyen bireyler ve gruplar, etik olmayan bir şekilde kriminalize ediliyor. Antisemitizm, tarihi boyunca büyük acılara yol açmış bir nefret suçudur ve elbette. Ancak bugün antisemitizm, bir susturma aracı olarak kullanılmaktadır. Çünkü bu kavramın yanlış ve kasıtlı bir şekilde kullanılması, antisemitizmin gerçek anlamını zayıflatmaktadır. Daha da kötüsü, antisemitizm suçlamalarıyla susturulanların sesine karşı, gerçekten nefret dolu ifadeler ve eylemler görmezden gelinmektedir. Gazze için "özgürlük" çağrısı yapan bir kişi antisemitist olarak yaftalanırken, açıkça nefret sembollerine göndermede bulunanlar sessizlikle geçiştirilmektedir. Bu çifte standartlar, yalnızca adalet kavramına zarar vermekle kalmıyor, aynı zamanda toplumdaki kutuplaşmayı da derinleştiriyor. Batı dünyası, ifade özgürlüğünü bir temel değer olarak savunur. Ancak bu özgürlüğün kime ve ne zaman tanındığı sorusu giderek daha belirgin hale geliyor. Bugün Filistin halkının haklarını savunan bir kişi, "nefret söylemi" veya "antisemitizm" suçlamasıyla karşılaşabilirken, aynı özgürlük, gerçek nefret söylemleri için kullanılabiliyor.

Bu seçicilik, ifade özgürlüğünün evrensel bir hak değil, bir araç olarak görüldüğünü ortaya koyuyor. Bu durum, Batı'nın ahlaki üstünlük iddiasını da ciddi şekilde sorgulatıyor. Çünkü gerçek ifade özgürlüğü, herkes için geçerli olduğu sürece anlam taşır. Filistin halkına yönelik uygulanan çifte standartlar, yalnızca uluslararası hukukun ihlali değil, aynı zamanda insanlık vicdanına da bir hakarettir. Gazze'de temel insani ihtiyaçların bile karşılanamadığı bir ortamda, Filistin'in sesini duyurmak isteyenlerin susturulması, bu adaletsizliğin daha da derinleşmesine neden olmaktadır. Dünya, bir yandan insan hakları ve özgürlük savunuculuğunu yüceltirken, diğer yandan bu hakların Filistin halkı için geçerli olmadığını açıkça göstermektedir. Bu durum, Batı'nın ikiyüzlü politikalarının bir sonucudur. Adaletin ve insan haklarının herkes için geçerli olması gerektiği gerçeği, bu politikalarla gölgelenmektedir. İnsan hakları ve ifade özgürlüğü, kimsenin tekelinde değildir ve dünya, gerçek barışı ancak bu anlayışla bulabilir.


Yazarın diğer yazıları