Madem incitecektiniz adını neden Narin koydunuz?
Diyarbakır'da yaşanan Narin kızımızın katledilmesi, Türkiye'deki çocuk cinayetlerinin yeniden gündeme gelmesine sebep oldu. Çocuk cinayetleri toplumun vicdanını yaralayan, derin izler bırakan olaylar arasında yer alıyor. Türkiye'deki çocuk cinayetleri ne yazık ki bir istisna değil ve bu trajediler, adalet sistemimizin bu tür suçlara nasıl yanıt verdiği sorusunu gündeme getiriyor. Hem geçmişte, hem de günümüzde bu tür suçlarla nasıl mücadele edildiği önemli bir tartışma konusu.
Adalet Bakanlığı ve TÜİK verilerine göre Türkiye'de her yıl ortalama 300'e yakın çocuk cinayeti vakası kayıtlara geçiyor. Bu rakamlar ürkütücü olsa da, burası önemli "yalnızca rapor edilen" vakaları içeriyor. Gerçek rakamların daha fazla olabileceği düşünülüyor. Özellikle büyük şehirlerde ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde çocuk cinayetlerinin oranı daha yüksek görülüyor. Narin'in hunharca öldürülmesi, sadece bir istatistik değil, toplumumuzun kanayan yarasıdır. Peki, hukuk sistemi bu tür suçlara karşı ne kadar etkili?
Türkiye'de çocuk cinayetlerine yönelik cezalar oldukça ağır. Türk Ceza Kanunu'nun 82. maddesine göre, çocuğa karşı kasten öldürme suçları ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Ancak, cezaevlerindeki iyi hal indirimleri ve af tartışmaları bu cezaların caydırıcılığını tartışmaya açıyor. Özellikle infaz sürelerindeki düzenlemeler, çocuklarını kaybeden ailelerin adalet beklentilerini karşılamaktan uzak kalabiliyor. Peki, dünyada ve Osmanlı döneminde bu tür suçlara nasıl yaklaşıldı?
Bazı ülkeler çocuk cinayetlerine karşı çok daha sert cezalar uyguluyor. Örneğin ABD, çocuk cinayetlerinde bazı eyaletlerde idam cezası hala yürürlükte. Özellikle Florida ve Teksas gibi eyaletlerde çocuklara yönelik işlenen cinayetlerde idam kararı sıklıkla gündeme geliyor. Norveç çocuk cinayetlerinde maksimum ceza 21 yıl hapis olsa da, suçlunun tehlikeli bulunması durumunda bu süre her 5 yılda bir uzatılabiliyor. Ayrıca Norveç, rehabilitasyon ve topluma kazandırma odaklı cezalar uygulamakta. Japonya ise en sert yaptırımları uygulayan ülke. Çocuk cinayetleri son derece ağır cezalarla karşılanıyor ve suçlular için idam cezası uygulanabiliyor. Ancak Japonya'da da idam cezasının infazı uzun yıllar sürebiliyor.
Bu ülkeler, çocuk cinayetlerine farklı yaklaşımlar sergiliyor; kimisi daha sert cezalarla, kimisi rehabilitasyon odaklı yaklaşımlarla sorunu çözmeye çalışıyor. Türkiye'de de bu farklı alternatiflerin tartışılması, toplumun adalet duygusunu pekiştirebilir.
Dünya da durum böyle iken gelin tarihimize bakalım. Osmanlı döneminde de çocuk cinayetleri toplumun büyük tepkisini çeken suçlar arasındaydı. Osmanlı'da adaletin temelinde İslam hukuku yer alıyordu ve bu suçlar "kısas" yani suçluya aynı şekilde ceza verilmesi prensibiyle cezalandırılıyordu. Ancak kısas cezaları genellikle padişahın onayı ile uygulanırdı. Bununla birlikte, delil yetersizliği veya adli tıp tekniklerinin yetersizliği nedeniyle bu tür suçların ispatlanması zor olabiliyordu.
Özellikle çocuklara yönelik işlenen suçlarda mahkemeler, tanık ifadelerine ve toplumun önde gelenlerinin değerlendirmelerine başvururdu. Ancak Osmanlı'da adaletin daha hızlı işlediği ve suçu ispatlanan kişilerin cezalarının infazının hızla gerçekleştiği biliniyor. Adaletin hızlı bir şekilde gerçekleşmesi Osmanlının devlet yönetimi ve toplum düzeninin sağlanmasında ki en önemli unsurdur.
Narin ve diğer masum çocukların hayatını kaybetmesi, Türkiye'de adalet sistemine ve toplumsal vicdana dair ciddi sorgulamalara yol açmalıdır. Türk Ceza Kanunu'ndaki ağırlaştırılmış müebbet cezası, cezaların yeterince caydırıcı olup olmadığı konusunu yeniden gündeme getiriyor. Diğer ülkelerin ceza sistemlerinden faydalanarak, özellikle suçluların ceza ve yargı sistemi modelleri üzerine düşünülmelidir. Osmanlı dönemindeki gibi hızlı ve kesin adaletin sağlanması, günümüzde de toplumun bu tür suçlara karşı daha güvenli hissetmesine katkıda bulunabilir. Ancak adaletin yalnızca ceza vermekle sınırlı kalmaması gerektiği, toplumun da çocukları koruma konusunda bilinçlendirilmesi ve önleyici tedbirlerin alınması gerektiği açıktır. Okullar, aileler ve sosyal kurumlar bu konuda daha fazla sorumluluk almalı; Narin gibi çocukların gelecekte benzer bir akıbeti yaşamamaları için elbirliğiyle çalışılmalıdır.
Masum çocukların sesleri, ancak güçlü ve adil bir adalet sistemiyle duyulabilir. Bize gülmeyi öğreten çocukların kahkahalarını tüketmeyin.