ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


Kim kazandı, kim kaybetti?

Ortadoğu'da zaten uzun zamandır huzur yoktu.

Son aylarda durum iyice kötüleşti, herkesin malumu...

"Bölgesel savaş çıkmasın" derken gözünü kan bürüyen İsrail'in kirli hesapları ve İran'ın cevabı durumu iyice içinden çıkılmaz bir hale getirdi.

Hatırlarsınız, İsrail Şam'da İran'ın konsolosluk binasını yerle bir etmişti.

İran da cumartesiyi pazara bağlayan gece İsrail'e 300'den fazla kamikaze İHA ve füze gönderdi.

Yüzde 95'ten fazla İsrail hava sahasına girmeden imha edildi.

ABD ve diğer destekçi ülkelerin katkısıyla, hava savunması Kuzey Irak'tan itibaren katmanlar halinde kurulmuştu.

Faydasını da gösterdi.

Yine de birkaç İran füzesi tüm bunları aştı, İsrail üslerine ulaştı.

Ciddi bir hasar vermedi.

İsrail'de birkaç yaralıdan başka sorun da yok.

Kimilerine göre bu bir "kontrolü kriz."

Hatta daha ileri gidip "danışıklı dövüş" olarak görenler de var.

Öncesindeki hareketliliğe bakında bir "kontrol" ve "danışıklılık" mekanizması hissedilmiyor değil.

Ama bunu bir tiyatro olarak yorumlamanın doğru olmadığı kanaatindeyim.

Evet, hem İsrail hükümeti hem İran rejiminin bölgede varlıklarını sürdürebilmeleri için hayati bir tehdide ihtiyaçları var.

Ve daha önce de bu karşılıklı tehdidin kontrollü şekilde hep diri tutulduğuna şahit olduk.

Aynı tehdit unsuru bölgede varlığını sürdürmek isteyen ABD için de geçerli.

Fakat hafta sonunda sabaha kadar süren o gerilim tamamen gerçekti.

Şimdiyse İsrail'in karşı saldırısı bekleniyor.

Görünen o ki o da "kontrollü" olacak.

Çünkü ABD aksini istemiyor.

İsrail Hava Kuvvetleri "Hazırlığımızı tamam" diyor.

İran içinde bir tesis mi vurulacak, üçüncü ülkelerde İran hedeflerine geniş kapsamlı bir saldırı mı yapılacak?

Ya da askeri yöntemlerden vazgeçilip siber saldırı mı organize edilecek.

Belki de siber saldırı diğer saldırılardan biriyle eş zamanlı yapılacak.

Bekleyip göreceğiz.

Sorun şu ki İran da ona yeniden cevap vereceğini söylüyor.

Böyle bir kısır döngü bölgeyi gerçekten de daha büyük bir ateşe atabilir.

İran'ın saldırısına dönecek olursak...

Peki bu kime yaradı?

Kim ne kazandı, ne kaybetti?

İşte orası biraz karmaşık.

Çünkü iki taraf için de kazançlar ve kayıplar var.

Özellikle batı basınında bazı analistlerin bu durum için şöyle bir tabiri var.

"İran lehine beraberlik" diyorlar.

Bense daha çok "İsrail lehine beraberlik" olduğu görüşündeyim.

Onları "İran lehine" demesinden kasıt, İran'ın onlarca yıldır İsrail'i hedef alabilen ilk ülke olması.

Evet, bu göstere göstere geldi.

Adeta "Ben atıyorum, siz vurun" der gibiydi.

Fakat İsrail'in vekil güçler dışında, devletler için de dokunulamaz olmadığını gösterdi.

Ayrıca İran'ın elinde çok daha güçlü İHA'lar ve füzeler var ki İsrail de ABD de bunun farkında.

Yani gördüğüm kadarıyla isteseydi daha yoğun ve daha ağır bir saldırı gelebilirdi.

Bu misilleme yok etme amaçlı bir saldırıdan çok bir mesajdı.

Çünkü bölgesel savaşı onlar da istemiyor ama neticede konsoloslukları yok edildi.

Rejim kendi halkına da dünyaya da bir "prestij mesajı" vermek zorundaydı.

İsrail'e doğrudan dokunabildiğini göstermek, İran adına bu açıdan önemli bir kazanım oldu.

Saldırıda İsrail içinde hiçbir ciddi hasara yol açamaması ise uzmanlara göre İran'a "eksi puan" olarak yazılan noktalardan.

Hatta rejimin zayıflığını ortaya çıkardığını söyleyenler de az değil.

Fakat "psikolojik savaş" olarak görülen bu saldırıları sürdürmesi halinde çok daha fazlasını elde edebileceğini düşünüyorlar.

İsrail'e gelince.

İtibar kaybını ilk olarak 7 Ekim'de Hamas'ın taarruzunda yaşamıştı.

Aşılmaz bir güvenlik şemsiyesi altında olmadığı ortaya çıkmıştı.

Ardından Gazze Şeridi'nde on binlerce kişiyi katledip taş üstünde taş bırakmaması, yani bu kadar gaddar olması biraz da bunu tamir etme kaygısındandı.

Elbette Filistinlileri kovma arzusunu ve onlara karşı sonu gelmez nefretini bir kenarda tutarak bunu yazıyorum.

İran'ın son taarruzu bu algıyı biraz daha zayıflattı.

Yani sadece vekil güçler değil, bir başka devlet de binlerce kilometre öteden kendisini hedef alabiliyordu.

Saldırı sırsında İsrail'de yüksek alarm durumu ilan edilmesi tam da bunu gösterdi.

İsrail'in, daha doğrusu Netanyahu'nun kazanımına gelince.

Artık uluslararası arenada eskisinden daha güçlü bir konumda.

Batılı devletlerin yanı sıra Ürdün ve Suudi Arabistan gibi ülkeler de İran'ın saldırısına karşı İsrail'in savunmasına katkıda bulundu.

İsteyerek ya da istemeyerek..,

Kendi güvenlikleri için ya da başka sebeplerle...

Pratikte sonuç bu oldu.

Netanyahu ayrıca Gazze'deki katliamlar nedeniyle dağılmaya başlayan batılı desteğini yeniden konsolide etti.

Dünya artık Gazze'den çok, "İran'ın saldırısı karşısında kendisini korumak zorunda kalan bir ülkenin nasıl destekleneceğini" konuşuyor.

Yani Netanyahu konsolosluk saldırısıyla istediğini aldı.

Dikkatleri başka yere çekti.

Kendisine yönelik eleştirel sesleri susturdu.

İsrail yeniden "mağdur" imajına büründü.

Bu gerçekten de Netanyahu için sonunda ulaşılması arzulanan büyük bir kazanımdı.

Üstelik İran'ın füzelerinin hedefine oturma pahasına...

Strateijk bir kayba uğrayıp ülkenin kırılganlığını gösterme pahasına.

O kaybı da İran'a karşı saldırısıyla telafi etmek isteyecek.

Bunu yapabilecek mi göreceğiz.

Gözden kaçmasın

Dünya İsrail ve İran'ı konuşuyor ama gözden kaçmaması gereken bir önemli gelişme daha var.

Onu da hatırlatmadan geçmeyelim.

Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, partisinin siyaset akademisi için yaptığı bir konuşmada çok dikkat çeken bir adım attı.

Aslında içinde bulunduğu şartları düşününce "büyük cesaret" demek ve alkışlamamak mümkün değil.

Konuşmada pek çok meseleden bahsetti.

Biri de 1915 olaylarıydı.

"Soykırım" demedi.

"Meds Yeghern" ve "kırım" ifadelerini kullandı.

Meds Yeghern "Büyük Felaket" demek.

Aslında doğrudan 1915 olaylarını sözde soykırım olarak niteleyen bir düşüncenin ürünü.

Ancak yine de ağzından "soykırım" kelimesinin çıkmaması çok önemli.

Haliyle ülke içindeki milliyetçiler ayağa kalktı.

Diasporayı da unutmamak lazım.

Unutmamak gereken bir başka nokta daha var.

Paşinyan, İkinci Karabağ Savaşı'ndan yenilgiyle çıkmasına rağmen yeniden başbakan seçilmeyi başarmış biri.

Çünkü halkın nabzını iyi okuyabiliyor.

Onu iktidara taşıyan çoğunluk artık bölge ile bütünleşmek istiyor.

Kronik meseleler üzerinde tepinerek daha fazla geri kalmak istemiyor.

Refah, huzur ve barış talep ediyor.

Paşinyan da bir "savaş mağlubu" olarak, bu yenilgiden ülkesi için büyük bir medeniyet zaferi çıkarmak istiyor.

Bunu yapabilmek için de işler ters giderse büyük bedeller ödeyebileceği hamleler yapıyor.

Örneğin daha önce de Ağrı Dağı'nın Türkiye'nin egemenliği altındaki topraklarda söyleyip, "Bizimle ilgisi yok" demişti.

Hatta Ermenistan devlet arması üzerinde yer almasını eleştirmişti.

O da Türkiye ile normalleşmeden, Azerbaycan ile barıştan yana.

Aynı sebeple Bazı sınır köylerinin Azerbaycan'a geri verilmesi gerektiğini de söylüyor.

Yakında da bu konuda önemli gelişmeler bekleniyor.

Eğer yeni bir darbe girişimine maruz kalmaz, siyasi akıbeti izin verirse ülkesini dünyayla bütünleştirip kalkındıran lider olarak adını Ermenistan tarihine altın harflerle yazdırabilir.

Kafkaslar'da uzun zamandır büyük kalkınma projeleri hayata geçiyor.

Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye'nin birlikte yaptığı bu hamlelere Ermenistan neden katılmasın?

Neden bu zenginleşmeden pay almasın?

Buna Türkiye ve Azerbaycan dâhil kimsenin itirazı yok.

Aksine bunu istiyorlar.

Yeter ki Ermenistan düşmanca tutumundan vazgeçsin.

İkinci Karabağ Savaşı bu fırsatı doğurması bakımından çok önemliydi.

Belli ki Paşinyan bunu yakalamak istiyor.

Hem ülke içinde muhalefetle hem diasporayla verdiği çetin mücadeleyi kazanması gerekecek.

Bakalım 24 Nisan'daki açıklamada ne diyecek.


Yazarın diğer yazıları