ANASAYFA
TV PROGRAMLARI
PROGRAMLAR
YAYIN AKIŞI
CANLI YAYIN
24 RADYO
REKLAM
İLETİŞİM VE KÜNYE


İsrail'e zorlayıcı diplomasi, Biden'ın Vietnam'ı

İsrail Gazze Şeridi'nde katliamları sürdürüp kalıcı ateşkesi reddettiği sürece, dünyada gittikçe daha da fazla yalnızlaşıyor.

Başından beri Filistinlilere zulme karşı duran Türkiye'nin birkaç gün arayla attığı iki önemli adım, Netanyahu'nun başını iyice ağrıtacak gibi.

Sondan başa gidelim.

Türkiye İsrail'e zaten ticaret kısıtlaması getirmişti.

54 kalem ürünün ticareti yasaklanmıştı.

Katliamda ısrar edince, İsrail'le tüm ticaretini durdurdu.

Gazze'ye kesintisiz ve istikrarlı şekilde yeterli miktarda insani yardım girişi sağlanmadığı sürece İsrail'e iğneden ipliğe hiçbir ürün satılmayacak.

Aynı şekilde satın alınmayacak.

Evet, Filistin topraklarına da pek çok ürün İsrail gümrüğünden geçerek gidiyordu.

Yani resmi olarak o ürünler Türkiye'den İsrail'e ihraç ediliyordu.

Ancak devlet bunun da önlemini alıyor.

Ticaret Bakanlığı, Filistin Milli Ekonomi bakanlığı ile gerekli koordinasyonu yapıyor.

İsrail'e ticaret yasağından etkilenmemeleri için özenli bir çalışma var.

İsrail'e ilk kısıtlama geldiğinden beri ABD Kongresi Türkiye'ye yeni yaptırımlar uygulanması için çalışıyor.

İsrail, pek çok alanda Türkiye'den ithalat yapan bir ülkeydi.

Bu nedenle ciddi bir etkisi olacak.

Ekonomik etkileri zamanla alternatiflere yönelerek aşabilir elbette.

Ama asıl siyasi ve diplomatik etkisi kalıcı olabilir.

Zaten en çok endişe ettikleri de bu.

Çünkü dünyada kendilerine karşı sürekli artan bir tepki var ve bunu geri döndüremiyorlar.

Örneğin Güney Asya'da ya da Latin Amerika'da İsrail'le ticareti kesen başka ülkeler de olmuştu.

Hatta diplomatik ilişkilere son verenler de oldu.

Türkiye ise dünyaya emsal olması bakımından çok daha güçlü ve sembolik bir ülke.

Attığı adımı özellikle diğer İslam ülkelerinin takip etmesi, Filistin halkının var oluş mücadelesi için önemli olacaktır.

İsrail üzerinde baskı ne kadar artarsa, kalıcı ateşkes ve katliamlara son verme konusunda sonuca o kadar yaklaşılmasını sağlayabilir.

Uluslararası ilişkilerde 19. Yüzyıldan itibaren devletler tarafından sıkça kullanılan bir yöntem vardı.

Buna "zorlayıcı diplomasi" deniyor.

Kabaca, hasım ülkeyi bir davranışından vazgeçirmek ya da belli bir davranışa yöneltmek için ödüllerden çok tehditlerin ve yaptırımların kullanılması diyebiliriz.

Görünüşe göre Türkiye İsrail'e karşı artık bu kartı açtı.

Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da bir açıklama yapmıştı.

"İsrail'e zorlayıcı tedbirler şarttır. Bir tercih ile karşı karşıyayız. Ya hukuktan yana olacağız ya da zulmün yol açtığı bedelleri hep birlikte ödeyeceğiz." demişti.

Aslında o sözleriyle Türkiye'nin bu stratejiyi doğrudan uygulamaya başladığının sinyalini vermişti.

Ticaret yasağı bunun ikinci adımı oldu.

İlkiyse ondan birkaç gün önce açıklandı.

Türkiye, Uluslararası Adalet Divanı'ndaki İsrail'e karşı soykırım davasına müdahil olmaya hazırlanıyor.

Davayı Güney Afrika açmıştı.

Türkiye de arka planda başından beri Güney Afrika'ya destek veriyordu.

Bu kez doğrudan davanın içinde yer alacak.

UAD Statüsü'nün 63. Maddesi Türkiye'ye bu imkânı tanıyor.

Çok taraflı bir anlaşmanın nasıl yorumlanacağı konusunda ihtilaf varsa, görüş bildirme hakkı veriyor.

Ve Türkiye, davanın gidişatına etki edebilecek hukuki güce sahip.

Almanya gibi İsrail'in yanında duran ve görüş belirten ülkelerin tezlerini çürütebilecek.

Hakkın tesisi ve hukukun doğru şekilde yorumlanması adına faydalı olacak.

İsrail'i uluslararası alanda sıkıştırmak için bir önemli ve emsal olabilecek hamle daha...

Türkiye, İslam İşbirliği Teşkilatı'nda bu adımı alan ilk ülke oldu.

Şimdi diğerlerinden de aynı cesareti bekliyor.

Çünkü biliyor ki İslam dünyası birlik olmazsa, İsrail aralardaki boşlukları büyük bir maharetle değerlendirebiliyor.

Lahey'de İsrail'in başını ağrıtan Sadece Uluslararası Adalet Divanı değil.

Bir de Uluslararası Ceza Mahkemesi var.

UCM de Filistin topraklarındaki insan hakları ihlallerini inceliyor.

Aslında soruşturma Gazze'deki son savaştan önce başladı.

Katliamların ardından Gazze de dâhil edildi.

Soruşturma öyle bir noktaya geldi ki, İsrail Başbakanı Netanyahu ve diğer üst düzey isimleri endişe sardı.

UCM'nin kendisi ve diğer üst düzey isimler hakkında tutuklama kararı verme ihtimalinden dolayı panik haldeler.

Hele ki bu karar gizli olursa, İsrailli yetkililer gittikleri birçok ülkede bir anda tutuklanma riskiyle karşı karşıya olacak.

Bu hem Netanyahu yönetiminin savaş suçlusu olarak uluslararası yargı önüne fiilen de çıkarılmasını sağlayacak, hem de çok büyük bir itibar darbesi olacak.

Görüşüne göre tehlike oldukça büyük.

Çünkü Netanyahu ABD Başkanı'nı arayıp kararı engellemek için girişimde bulunmasını istedi.

Yetmedi kendisini destekleyen batılı ülkelere seslendi.

Mealen "Bana yardım edin" dedi.

Onu da yeterli görmedi.

İsrailli esir ailelerinden kendisi için lobi yapmalarını, UCM Başsavcısı'na ulaşıp niyetinden vazgeçirmelerini talep etti.

Sözün özü İsrail Başbakanı ve hükümeti için durum oldukça vahim.

Netanyahu ABD Başkanı'ndan yardım istiyor ama onun başını da çoktan belaya soktu.

Sokaklarda aylardır süren protestolar, çok daha sembolik ve aşamaya geçti.

Üniversite öğrencileri Biden'a kendi Vietnam'ını yaşatıyor.

Doğudan batıya, kuzeyden güneye ülkenin dört bir yanında en ünlü üniversiteler dâhil pek çok okulda büyük öğrenci protestoları var.

Bu eylemler ABD'nin samimiyetini göstermesi bakımından da bir turnusol kâğıdı oldu.

İsrail destekçisi provokatörleri kenardan izlemeyi tercih eden ABD polisi, İsrail vahşetini ve onu destekleyen üniversite yönetimlerini protesto edenlere öyle bir müdahale etti ki, ibretlikti.

Sis bombaları, biber gazı, patlayan silahlarla sanki terör operasyonu yapıyorlardı.

Filistin'e zulme karşı duran öğrencileri darbedip ters kelepçelediler.

Müslüman eylemcilerin başörtülerini zorla çıkardılar.

Bir üniversitenin Yahudi Çalışmaları Kürsüsü'nün Başkanı olan, 65 yaşındaki Yahudi kadın profesörü bile terörist muamelesi yaparak gözaltına aldılar.

Üniversitelerde toplam gözaltı sayısı 2 biden fazla.

Çadır kamplar dağıtılıyor.

Buna rağmen eylemlere yeni üniversiteler katılıyor.

1968'de Vietnam Savaşı'na karşı protestolara katılanlar, onca yıl sonra üniversitelerine dönüp İsrail zulmüne karşı eylemlere katılıyorsa, dip dalga gerçekten çok büyük demektir.

Peki bu süreçte Beyaz Saray ne yapıyor dersiniz?

Özetle Yahudi lobisiyle birlikte iş tutup eylemleri ve göstericileri itibarsızlaştırmaya çalışıyor.

ABD Başkanı Biden "İfade özgürlüğüne karşı değiliz. Biz insanları susturup ezen otoriter bir yapı değiliz" diyor.

Ama sözleriyle İsrail zulmüne karşı Filistinlileri savunan eylemcileri, Yahudi karşıtlığı zeminine çekmeye çalışıyor.

Yani mağdur edebiyatı operasyonunda çarklar dönüyor.

Kongre de boş durur mu?

Operasyona onlar da katıldı.

Temsilciler Meclisi de hemen bir kanun tasarısı geçirdi.

Adı "Yahudi karşıtlığı Farkındalık Yasası."

Tek amacıysa üniversite eylemlerini antisemitizm kapsamında kabul ederek sindirmek.

Metin o kadar ilginç ki...

Örneğin Yahudilerin medyayı ve siyaseti kontrol ettiği gerçeğini söyleyemiyorsunuz.

İsrail'in şu anda Gazzelilere yaptıklarını, geçmişte Nazilerin Yahudilere yaptıklarıyla kıyaslayamıyorsunuz.

Ülkelerin İsrail'i kayırmak için çifte standartlı yaklaşım benimsediğini söylemek de yasak.

Üstelik ABD Kongresi bu tasarıyla, kendi anayasal değerleri ve hükümleriyle de çelişiyor.

Örneğin ABD Anayasası'nın birinci değişiklik maddesi, ifade özgürlüğün güvence altına alıyor.

Bir dinin özgürce yaşanmasını engellemek veya bir dini kayırmak amacıyla yasa çıkarılmasını yasaklıyor.

Yasa tasarısına bakarsanız İsrail'i eleştirilerden korumak, ifade özgürlüğünden daha önemli.

Ama mesele İsrail olunca ortada ne anayasa, ne insani değerler kalıyor.

Katliamlarını savunmak için tüm bunlar bizzat Amerikalı yasa koyucular tarafından ayaklar altına alınabiliyor.

Biden için asıl sorun şu ki, tüm bu baskı ve yıldırma politikasına rağmen üniversite öğrencileri vazgeçmiyor.

Başkentteki George Washington Üniversitesi'nde, George Washington'ın heykelini kefiye ve Filistin bayrağıyla donatıp, Kassam Tugayları sözcüsü Ebu Ubeyde'ye benzetmeleri gerçekten çok şey ifade ediyordu.


Yazarın diğer yazıları