"Bir ben vardır bende, benden içeru"
Herkesin bir hikayesi var. Bu hikayeye dahil olan başka hikayelerle iç içe girmiş bir gül goncası gibi. Birimizin hikayesi bazen bir ötekisinin hikayesine destek oluyor bazen köstek. Birbirini seven ruhlar hikayelerini beraber kabullenirken diğerleri benim hikayem senin hikayen yarışına giriyor. Sen, ben, öteki, beriki yarışı oldukça insanı birbirine bağlayan unsurlar hep geride kalıyor.
Sonra bir hikaye yarıştırma başlıyor. Hikaye yarıştırmak yerine birbirimizi anlamayı ve dinlemeyi becerebilseydik keşke.
İnsan hayatı boyunca türlü türlü merhalelerden geçiyor. Bu merhaleleri kimi anlatmayı, kimi ise verdiği mücadelenin sadece kendinde saklı kalmasını tercih ediyor. O yüzden kimse kimseyi tanıyamıyor. Çünkü kimse kimseye kendini tam manasıyla açmıyor. Belki bazen açamıyor. Bazen sadece tanınmak istediği kadarından bahsediyor. Roller karışıyor. Kimileri olmak isteyip olamadığı role giriyor. Olmayı arzu ettiği insanı taklit ediyor. Taklit de bir yere kadar oluyor. Bazen giyilen elbise bir beden büyük geliyor. Gel zaman git zaman bazı hikayeler başlarken başka hikayelere denk geliyor ve beraber başladığın hikaye biterken diğer hikayenin sahibi yanında olmuyor. Çünkü hikayeniz çoktan bitmiş oluyor. Sen onun hikayesine yabancı kalıyorsun o senin hikayene yabancı kalıyor.
Ortada suçlu, haklı ya da haksız yok. Çünkü her hikayenin kurgusu diğerine uymak zorunda değil.
Herkesin içinde varolmak istediği bir hikaye var. Bazı hikayelerde kahramanlar birden ortadan kaybolur. Çünkü kaybolmaları gerekir.
Yunus Emre'nin dediği gibi
"Beni bende demen, ben de değilim
Bir ben vardır bende, benden içeru"
Eve dönmek, kendine dönmek
Bazen hayatımızın ne kadar düzenli olduğunu düşünsekte bitmeyen bir kaosun içindeyiz. Her gün gidip geldiğimiz bir işimiz var. Planlı randevularımız... Hatta kimilerinin temizlik günü, uyku saati, alışveriş günü bile belli. Bazıları buna takıntı gözüyle bakıyor. Belki bir takıntı hali belki kendine güvenmeme olarak algılanabilir. Bazen bu tarihleri ıskaladığında hayatın ve günün alt üst olacak gibi gelebiliyor. Lakin bunlar üç saat erken beş saat geç olduğunda kıyamet kopmuyor. Yaşamak kendimizi bu kadar hırpalamak değil korkularımızın üzerine gitmek. Yaşayıp öğrenmek. İnsan olduğunu hatırlamak ve bu geç kalışların gayet insani olduğunu algılayabilmek. İnsan olduğunu hatırlamak kendini düzen içindeki kaostan alıkoymak kendi evine dönmek değil mi?